T.C
KARADENİZ
TEKNİK ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ İKTİSAT
BÖLÜMÜ
TEZ
400 BİTİRME ÇALIŞMASI
TÜRKİYE’DE
UÇAK SANAYİSİNİN GELİŞİMİ
Hazırlayan:
246820 ÜNAL YILMAZ
Danışman:
PROF. DR. ERSAN BOCUTOĞLU
Trabzon©2014
T.C
KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ İDARİ BİLİMLER
FAKÜLTESİ
İKTİSAT
BÖLÜMÜ
TEZ 400 BİTİRME ÇALIŞMASI
TÜRKİYE’DE UÇAK SANAYİSİNİN
GELİŞİMİ
Hazırlayan: 246820 ÜNAL YILMAZ
Danışman: PROF. DR. ERSAN BOCUTOĞLU
Trabzon©2014
ÖNSÖZ
‘Türkiye’de Uçak Sanayisinin Gelişimi’ adlı tez çalışmamda uçma eğiliminin
doğuşu Dünya da ve Osmanlı’daki gelişimi ve Cumhuriyet döneminde kurulan
fabrikaların tarihsel gelişimi incelenmiştir.
Konunun niteliği gereği araştırma kaynak tarama yöntemi ile yapılmış,
alan araştırmasına başvurulamamıştır. İlgili alanlarda yazılmış yerli kitap ve
makaleler ve internet kaynakları incelenmiş, ilgili yerli ve yabancı resmi
kurumların verilerinden yararlanılmıştır.
Tez
konumun belirlenmesi ve tez çalışmamın her safhasında yardımlarını
esirgemeyerek, bilimsel boyut kazandıran, birlikte çalışma onuruna erdiğim
Sayın PROF. DR. Ersan Bocutoğlu ve tüm eğitim hayatım boyunca bana her türlü
desteği vererek, yardımlarını hiç esirgemeyen aileme sonsuz teşekkürlerimi
sunmayı bir borç bilirim.
Ocak 2014, Trabzon Ünal
Yılmaz
İÇİNDEKİLER
Kısaltmalar Listesi
1.1.Dünya’da Havacılık
1.2.Türkler’de Havacılık
1.2.1.Tarihsel Gelişimi
1.2.2.Türk Havacılığının
Başlaması
1.2.3.Kurtuluş Savaşı
Yıllarında Türk Havacılığı
İKİNCİ BÖLÜM
Türk Havacılığının Kurumsallaşmaya Başlaması
2.1.Sivil Havacılığın Başlaması
2.1.1.Vecihi Hürkuş ve Uçağı
2.1.2.Nuri Demirağ
2.2.Türk Uçak Sanayi Kurma Girişimleri
2.2.1.Türk Hava Kurumu’nun
Kurulması
2.2.2.Türkkuşu’nun Kurulması
2.2.3.Tayyare ve Motor
Türk Anonim Şirketi(TOMTAŞ)’nin Kurulması
2.2.4.Kayseri Tayyare
Fabrikasının Açılması
2.2.5.Eskişehir Uçak Fabrikası
2.3.İkinci Dünya Savaşı Sürecinde Uçak Sanayi
Girişimleri
2.3.1.Etimesgut Uçak
Fabrikası
2.3.2.Gazi Motor Fabrikası
2.3.2.Rüzgâr Tüneli
2.4.Uçak Sanayi Girişimlerinin Baltalanmasına ve
Fabrikaların Kapanmasına Yol Açan Nedenler
2.4.1.Çöküşü Hızlandıran
Ve Çöküşü Hazırlayan Etkenler
2.4.2.ABD İle Yapılan
İkili Antlaşmalar
2.4.3.İkili Antlaşmaların
Çöküş Sürecindeki Ayak İzleri
2.4.4.Fabrikaların Kapanış
Sürecindeki Yönetsel Hatalar
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Türk Havacılığının Günümüzdeki Durumu
3.1.Türk Havacılığının Bugünü
3.2.Bugünkü Türk Havacılık Kurumları
3.2.1.Türk Havacılık Ve
Uzay Sanayi (TUSAŞ)
3.2.2.Havelsan
SONUÇ ve DEĞERLENDİRME………….……………………………………………...
KAYNAKÇA
KISALTMALAR
LİSTESİ
a.g.e.
: Adı
Geçen Eser
TBMM:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
TOMTAŞ:
Tayyare
ve Motor Türk Anonim Şirketi
THK:
Türk
Hava Kurumu
DHY:
Devlet
Hava Yolları
MKE:
Makine
Kimya Endüstrisi
ABD:
Amerika
Birleşik Devletleri
T.C.
: Türkiye
Cumhuriyeti
NATO:
North
Atlantic Treaty Organization (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü)
AR-GE:
Araştırma
Geliştirme
TUSAŞ:
Türk
Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş.
TÜBİTAK:
Türkiye
Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu
S.G.K.
: Sosyal
Güvenlik Kurumu
M.S.
B. : Milli Savunma Bakanlığı
SSM:
Savunma
Sanayi Müsteşarlığı
Dz.
K.K. : Deniz Kuvvetleri Komutanlığı
Hv.
K.K. : Hava Kuvvetleri Komutanlığı
BİRİNCİ BÖLÜM
Türk Havacılık Tarihi
1.1.Dünya’da Havacılık
Havacılığın dünya ölçeğindeki gelişimi, Türklerdeki havacılığın evrimine
paralel bir gelişim süreci izlemiştir. Bu nedenle, dünya havacılık tarihinde
de, söylenceye dönüşen bir dizi uçuş denemesine rastlamak olasıdır.
Tarihi kayıtlar göre ‘Dünya
havacılığı’nda ilk ciddi çalışmalar 15. Yüzyılda başlamış ve yaklaşık 4 asır
süren bir dönemin sonunda endüstri aşamasına gelmiştir.
İnsanın uçmasını sağlayacak mekanik sistemlerin düşünülmesi, planların
hazırlanması ve denenmesinde ilk ciddi ve sistemli atılımların öncüsü ünlü
İtalyan sanatçı ve mucidi Leonardo Da Vinci’dir. Rönesans’ın bu çok yönlü bilim
adamının havacılıkla ilgili çalışmaları büyük ölçüde tercüme edilmiş ve
yayınlanmıştır. Leonardo Da Vinci’ye ait defterler 3500 kelime ve 400 resimle
150 uçuş aracı hakkında bilgi vermektedir. Bu bilgilerin çoğunun bugünkü uçuç
ilkeleri ile örtüştüğü söylenebilir. Leonardo’nun ilginç çalışmalarından sonra,
yaklaşık üç yüz yıl havacılıkla ilgili hemen hemen hiçbir çalışma olmamış, bu
alandaki çalışmalar XVIII. Yüzyılda yeniden ivme kazanmıştır.
Bu yüzyıl, insanoğlunun havadan hafif uçuş araçları üzerinde kafa
yorduğu bir yüzyıldır. Havadan hafif uçuş araçlarının yani balonların keşfinden
önce bu alanda yapılan bazı çalışmalar olmasına karşın, pratik olarak ilk uçan
balonu yapma onuru Montgolfier kardeşler, daha doğrusu Joseph Montgolfier’e
aittir. Önceleri insansız, daha sonra insanla yapılan uçuş denemelerinde
balonun sıcak havayla doldurulması tekniği kullanılmıştır. Balonlu uçuş,
kuşkusuz havacılıkta önemli adımdır. Bu çalışmalarda zamanla hidrojen gazı
kullanılmaya başlanmış ve daha uzun mesafelere uçulmuştur.
Oldukça önemli sayılabilecek bu gelişim süreci sonunda insanoğlu,
havadan ağır araçları uçurabilmenin teknik olabilirliklerini araştırmaya
koyulmuştur. Örneğin, Fransız bilim adamı Navier, havadan ağır cisimlerin
uçabilmesi için bir motor gereksinimi olduğunu savunmaya başlamıştır. Ancak, o
dönemde henüz motor bulunmamıştır. Bu nedenle 1809 yılında Cayley isminde bir
İngiliz, planör yaparak uçmayı, 1843 yılında yine bir İngiliz olan Henson bir
uçak yapmayı düşünen öncüler olmuşlardı. Eğer Henson hafif ve basit bir motor
bulabilmiş olsaydı, ilk uçağı uçurma onuru Henson’a ait olacaktı.
1860’da Londra’da açılan bir balonculuk sergisinde Kaufman isimli bir
adam, buharla işleyen küçük bir uçak motoru sergilemişti. Bu basit buluşun,
insanoğlunun kesintisiz uçma arzusunu gerçekleştirmeye yönelik ilk adım olduğu
söylenebilir.
19. yüzyılın
başlarında, artık kuşun ve kuş uçuşunun mekanizması bulunmuştu. Ancak,
geliştirilmiş bir motora gereksinim vardı.
19. yüzyılın ortalarında havaya hâkim olmanın ancak havadan daha ağır
araçlarla olanaklı kılınacağına inanan bilim adamlarının sayısının fazla olduğu
söylenemez. Bu konuda havadan ağır cisimlerle uçabileceği tezini ısrarla
savunanlardan birisi de Fransız Nadar idi. Nadar’ın yapmış olduğu yayınlarla
havacılık tarihine katkısı büyüktür.
Fransız Ponton D’Amecourt’un 1865’te bulduğu buharlı bir helikopter, çok
ağır olan kazan ve makine aksamı nedeniyle uçuşta başarılı olamadı.
Fransız Ponton’dan beş yıl sonra yine bir Fransız olan Penaud, gerilmiş
lastikle işleyen birbiri üzerine konmuş iki pervaneli bir helikopter yaptı. O
zamana dek yapılanların en iyisi olmasına karşın, Penaud’un bu çalışması bir
oyuncak olarak kalmaktan kurtulmadı. Penaud, istediği sonucu almak için ısrarlı
arayışlarını sürdürürken öldü.
Onun çalışmalarına kaldığı yerden devam eden Fransız Victor Tanin, 1878 yılında
sıkıştırılmış hava ile çalışan 300 gr. Ağırlığında bir uçak motoru yapmıştı.
Tanin, kendi buluşu olan motoru monte ettiği 70 cm 2’lik bir
uçağı ilk denemesinde yerden yaklaşık 1,5 metre yükseklikte uçurmayı başardı.
Parasal sıkıntı çeken Tanin, 1890’da buharla çalışan bir uçak modeli geliştirdi
ve Paris’te uçurabildi. Küçük bir sermaye bulan Tanin, daha gelişmiş küçük, ama
daha ileri giden bir uçak yapabildi. 1896’da boş olarak uçurduğu bu tayyare ’de
140 metre uçtuktan sonra, kontrolsüz olduğundan suya düştü. Bu deneyimden 14
yıl sonra, onun modeli eksen alınarak inşa edilen basit bir uçağın
uçurulabilmesi uçuşta denge yeteneğini kanıtlamış oldu. İzleyen yıllarda
Clement Ader isimli 33 yaşındaki genç bir Fransız mühendis, 1873 yılındaki
oyuncak niteliğindeki bir uçak geliştirdi ve 1886 yılında daha ileri bir modele
ulaştı. Ader’in ‘EOLE’ ismini
verdiği bu uçağı 9 Ekim 1890’da 16-17 metre süratle 25-30 metre yerde
sürüklendikten sonra havalandı.
Clement Ader, Savunma Bakanlığı’nın
maddi desteğini de alarak çalışmalarını sürdürdü. 20 beygir gücünde, iki
buharlı motorun çalıştırdığı yeni bir uçak yaptı. Söz konusu uçak, 1897’de
hiçbir kuşkuya yer vermeksizin uçtu. Pilotu ile beraber 570 kg. ağırlığında
olan bu uçak, bir deneme uçuşu sırasında sağanak yağış nedeniyle savruldu ve
havaalanının kenarındaki parmaklıklara çarpılarak kırıldı. Avion adını taşıyan
bu ilk Fransız uçağı, Paris’teki Grand Palais müzesinde saklıdır. Fransız
askeri makamları, bu olaydan sonra Ader’e yapılmakta olan yardımı kestiler.
Hemen hemen aynı yıllarda İngiltere,
Avustralya ve Amerika gibi diğer dünya ülkelerinde havadan ağır araçların, yani
uçakların uçurulabilmesi için aralıksız çalışmalar devam ediyordu.
İngiltere’de mühendis Hiram Maxim’in
1895’te yaptığı 300 beygir gücündeki bir buharlı motorla çalışan uçağı
dengesizlikten parçalanmıştı. Aynı tarihlerde Avustralya’da Hargrave isimli bir
mühendis, kanat çarpan uçakla, sabit kanatlı uçağı birleştirerek yeni bir uçak
meydana getirmeye çalışıyordu. Amerika’da Langley’in yaptığı uçak, 1896’da
Potomac nehri üzerinde saniye de 10 metre süratle 1200 metre uçabilmişti.
1868’den beri Almanya’da kuşların uçuşunu eksen alan çalışmalarını sürdüren
Otto Lilienthal, bir planörle uçmaya çalışıyordu.1891’de kısa mesafeli
uçuşlarda başarılı oldu. 1896’da bir uçuş denemesi sırasında düşerek öldü.
Planörü Münih’te Deutsches müzesinde saklıdır.
Çok uzun sabırlı ve bedel ödenerek
sürdürülen bu çalışmalardan sonra uçakla ilk gerçek uçuşu yapanlar 1896’dan
beri planörle uçmaya çalışan ve nihayet 1903’te uçan Amerikalı Wright
kardeşlerdir. Onların ilk uçakları 12 metre eninde kanatları olan, 340 kg.
ağırlığında bir uçaktı. Çift yüzeyli olan bu uçak 16 beygir gücünde bir motorla
çalışıyordu. İki pervaneli olan bu uçağın kanatları istenilen sapmaya uygun yapıdaydı.
Wright kardeşler, 1905 Ekiminde daha geliştirdikleri bir uçakla 38 km’lik bir
mesafeyi uçmayı başardılar.
1.2.Türkler’de Havacılık
1.2.1.Tarihsel Gelişimi
Türk havacılık tarihinin bilinen ilk
ismi, on birinci yüzyılda Türkistan’ın Farab (Otrar) şehrinde doğan (İmam
Cevheri) Ebu Nasır İsmail Bin Hamüd’ül Cevheri’dir. Cevheri, Horasan’ın Nişabur
kentinde bir taraftan müderris olarak ders veriyor, diğer taraftan da büyük cami
de imamlık yapıyordu.
Cevheri, kuşların uçuşlarını eksen
aldığı matematiksel çalışmalarına dayanarak MS.1002’lerde bir gün görev yaptığı
caminin damına çıkarak halka dünyada ilk olan bir buluşu olduğunu ve insanın
geleceği için bu bilimsel savını kanıtlayacağını söylemişti.
İmam Cevheri, bu kısa söylevinden sonra
vücuduna iplerle iki büyük yüzey bağlayarak uçacağını açıklamış ve halkın
şaşkın bakışları arasında kendini boşluğa bırakmıştır.
Matematiksel hesapları tutmayan
Cevheri, hızla yere çarparak ölmüştür. Bu eylemiyle, dönemin bilim adamı
Cevheri, ilk Türk hava şehidi olarak havacılık tarihinde yerini almıştır.
İmam Cevheri girişimine benzer bir
başka uçma girişimi, Anadolu Sultanı 2. Kılıçarslan’ın İstanbul’u ziyareti
sırasında gerçekleşir. Kılıçarslan’ın onuruna düzenlenen şenliklere renk katmak
üzere at meydanındaki kuleye çıkan Siracettin Doğulu, 1159 yılında giymiş
olduğu uzun etekli bir elbisenin havayla dolup, kendisini taşıyacağını
düşünerek meydanı uçarak dolaşacağını söyleyip kendisini boşluğa bırakmıştır.
Ne yazık ki, ölümle sonuçlanan bu
girişim de, başarısız bir uçuş deneyimi olarak Türk tarihine geçmiştir.
Kuşların kanat ve kuyruklarından
esinlenerek uçma girişiminde bulunan bir diğer kişi, M.S 9 yüzyılda Endülüs’te
Cordoba(kurtuba) sarayında önemli bir pozisyonu olan Ebu’l Kaadim-i Abbas İbni
Fernas’tır. Gramer, şiir, geometri ve gökyüzüyle ilgilenen Fernas’ın da uçma
girişimi de yaralanma ile sonuçlanmıştır. Öte yandan, gerek Ortaçağ Fransız
tarihçilerinin eserlerinde, gerekse Topkapı sarayı Kütüphanesi’nde bulunan
eserlerde; Türklerin 13. yüzyıldan beri roket, bomba ve yanıcı-yakıcı silahlar
kullanmakta oldukları, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi esnasında da
bazı ilkel füzelerin kullanıldığı ifade edilmektedir. [1]
Osmanlı Devleti zamanında yetişen ve
dünyada ilk olarak uçmayı başaran Türk bilgini olan Hezarfen Ahmet Çelebi’nin ne
zaman ve nerede doğduğu bilinmemektedir. Ahmet Çelebi'nin hayatı hakkında
malûmat yok denecek kadar azdır. Padişah IV. Murat döneminde İstanbul’da
yaşamıştır; ama yaşamı hakkında yeterli bilgi yoktur. Evinde çeşitli konularda
deneyler yaptığı, geniş bilgi sahibi
olduğu, bu yüzden de halk tarafından
kendisine “bin fenli” anlamına gelen
Hezarfen şanı verildiği bilinmektedir.1623-1640 yılları arasında saltanat süren
Sultan Dördüncü Murat zamanında yaşamış olup meşhur gösterisini yine bu Sultan
huzurunda yapmıştır.
On yedinci yüzyılın başlarında, Türklerde
uçuş denemesini teknoloji ile birleştirerek gerçekleştiren Hezarfen (Binfen)
Ahmet Çelebi, 1632’de İstanbul Galata Kulesi’nden süzülmek suretiyle İstanbul
Boğazı’nı uçarak geçip, Üsküdar’daki Doğancılar bölgesine inmeyi başarmıştır.
Bu uçuşu izleyen IV. Murat, Hezarfen’i
bu başarısından ötürü, sakıncalı görmüş, önce 1 kese altınla ödüllendirip sonra
Cezayir’e sürgüne göndermiştir.
Hezarfen Ahmet Çelebi’den sonra Lagari
Hasan Çelebi, 1633’te kendi icadı olan yedi egzozlu basit bir roketi sırtına
yerleştirerek, barut yanması gücüyle 300 metre yükseldikten sonra, önceden
hazırladığı kanatlarını açarak Sinanpaşa Köşkü önünde denize inmiştir. Bu
başarılı uçuş denemesinden sonra Lagari Hasan Çelebinin sonu tıpkı Hezarfen
Ahmet çelebi gibi IV. Murat tarafından önce ödüllendirilip, sonra Kırım’a
sürgüne gönderilmiştir. İlk modern roket çalışmalarının Kırım’ı yöneten
Ukrayna’da başlaması bir tesadüf olamaz.
Balonla uçan ilk Türk olarak,
Polonya’da elçilik görevinde bulunan İbrahim Paşa’yı görmekteyiz. İbrahim Paşa
bu uçuşu Fransız Blanchard’la Varşova’da gerçekleştirmiştir.
Türkiye’deki ilk balonlu uçuş tarihi
1785’tir. Bir İranlı baloncu, beraberindeki iki bostancı başı ile birlikte I.
Abdülhamid’in de hazır bulunduğu bir törende Topkapı Sarayı’ndan havalanmış ve
başarılı bir seyahatten sonra Kadıköy’ü geçerek Bursa’ya inmiştir.[2]
1700 ve 1800’lü yılların Batı’da sanayi
devrimlerinin yaşandığı yüz yıllar olmasına rağmen, Trabzon’un Of İlçesi’nde
önce Of’lu Uzun Hasan’ın, daha sonra Of’lu Veli Direko’nun, Planör benzeri bir
araçla iki tepe arasında uçması, yargılanmış ve cezalandırılmıştır. Ne yazık
ki, Of’lu Hasan taşlanarak öldürülmüştür.
Daha sonra ilk Mekanik uçak yapımı
Bebekli Atıf Bey tarafından gerçekleştirilmiştir.1861’de kanadı, kuyruğu ve
pervanesi bulunan uçak, gürgen ağacından ve ince sacdan yapılmıştır. Pervanesi
ayak hareketleriyle döndürülen uçağın kanat ve kuyrukları dümenle
yönlendirilmişti. 26 Haziran 1861’de ilk denemesinde düşünce, Atıf Bey çevresinden
destek görmemiş ve “deli” olarak değerlendirilmiştir.
1.2.2.Türk Havacılığının Başlaması
1900’lü yılların başlarına kadar
Türklerdeki havacılık etkinliklerinin de insanoğlunun yüzyıllarca süren uçma
tutkusuyla sınırlı olduğu görülür. Havacılık Avrupa ordularında1910-1911
yılları arasında kurumsallaşmaya başlarken, bizde İtalyanların trablusgarp’a
saldırmasıyla gereksinim duyulmaya başlandı. Devrin Harbiye Nazırı (Savunma
Bakanı) Mahmut Şevket Paşa, karadan ve denizden ulaşılması güç olan bu yurt
parçasına havadan el uzatmayı düşündü. Mahmut Şevket Paşa bu konuda kimsenin
bir bilgisi olmamakla birlikte, ilgisini gördüğü Kurmay Yarbay Süreyya Bey’i İstanbul’da
bir ‘Tayyare İstasyonu ve Mektebi’
kurmak için gerekli çalışmaları yapmakla görevlendirirken, ordudan seçilen iki
subayı Fransa’daki Bleriot Havacılık Okulu’na öğrenime gönderdi.
Yine bu dönemde, Süreyya Bey
başkanlığında, Fenni Kıtalar ve Müstahkem Mevkiler Genel Müfettişliğine bağlı
Havacılık Komisyonu kuruldu. Komisyon, Uçak İstasyonu ve Hava Okulu’nun
kurulması için bugünkü Yeşilköy’e yakın Safraköy’ü seçti ve kısa zamanda uçuş
pisti ile iki uçak hangarı yapıldı. Satın alınarak 15 Mart 1912’de İstanbul’a
gelen iki uçakla, eğitimlerini bitirip yurda dönen ilk pilotlarımız Fesa ve
Kenan efendiler uçmaya başladılar. Uçuş okulu da 3 Temmuz 1912 de açıldı. Bu
yılın sonunda alınan uçakların toplamı 17’ye yükseldi.
1912 yılında Fransa ve İngiltere’ye
uçuş eğitimi için iki grup subay ile teknik eleman yetiştirilmek üzere bir
kısım personel daha gönderildi.
1912-1913 Balkan Savaşı’nda ilk kez
savaş görevi yapan genç pilotlarımız, kişisel çaba ve cesaretleriyle uçuş
yeteneklerini günden güne arttırdılar. 24 Ekim 1913’de Nuri’nin Edirne’den
İstanbul’a uçuşuyla ilk uzun mesafe aşılmış oldu. Yine bu yıl Almanya’dan
getirilen tek yöneltilebilir balonumuz uçuruldu.
Balkan Savaşı’nda donanmanın uçakla
desteklenmesine gerek duyulduğu için Yeşilköy’de ‘Deniz Uçak Okulu’ açıldı. İstanbul’da uçuş gösterileri yapan bir
Curtiss deniz uçağı Donanma cemiyeti tarafından satın alındı. Bir de Nieuport
uçağı alınarak ilk deniz havacılığı kuruldu.
Osmanlı ordusunun uçak sayısı 1915
sonunda 40’a sonraki yıllarda ise 100’e yükselmiş, savaş süresince Almanların
oluşturdukları paşa bölüklerindeki 150 uçak dâhil olmak üzere savaş müddetince
450 uçak görev yapmıştır. Başlangıçta 10 pilota sahip olan Osmanlı ordusu
savaşın sonunda 100’e yakın pilot ve gözcüye sahip olmuştur.
I Dünya Savaşı sonunda 30 Ekim 1918
tarihinde imzalanan Mondros mütarekesi gereği, havacılık birliklerinde yeniden
teşkilatlanmaya gidilmiş olmasına rağmen 10 ağustos 1920 tarihinde imzalanan
Sevr antlaşmasına göre; Türkiye’de hava unsurunun bulunmaması, iki ay zarfında
ordunun mevcut personelinin terhis edilmesi, altı ay zarfında bütün uçakların
uçuş aletleri, motor ve aksamlarının Türkiye’de imal, ithal ve ihracatının
yasaklanması öngörülmüştür. Kartal Maltepe’deki depodan 6-7 Haziran 1920
tarihinde Anadolu’ya uçak kaçırma girişimi üzerine İngilizler depoları
bombalayarak uçakları tahrip etmiş, bunun üzerine Sevr antlaşmasından 2 ay önce
28 Haziran 1920 tarihinde Damat Ferit Paşa’nın emri ile Osmanlı devletinin son
havacılık teşkilatının lağvedilip personelinin dağıtılması ile Osmanlı dönemi
havacılığı sona ermiştir. İstanbul hükümetinin bu teslimiyetçi politikası
karşısında, havacılar Anadolu hareketine katılmak amacıyla bir bir Anadolu’ya
kaçıyorlardı. Bazı pilotlar ulusalcıların hava gücüne katkı sağlamak için 4
adet uçağı uçuşa hazır hale getirip gizlice Anadolu’ya kaçmayı planlıyorlardı.
Ancak koşulların uygun olmayışı ve teknik yetersizliklerden ötürü iki uçak
kalkış anında kırılmış, birinde yangın çıkmış, sadece bir Alebatros-D III av
uçağı kalkışta başarılı olmuş ve Anadolu’ya geçebilmişti. Uçakla kaçmayı
başaramayan personelin bir kısmı da İngiliz birliklerine gözükmeden
Adapazarı’na geçebildi.
1.2.3.Kurtuluş Savaşı Yıllarında Türk Havacılığı
Ulusal bağımsızlık savaşını başlatan
Mustafa Kemal ve silah arkadaşları birkaç kırık, dökük uçak, ekipman ve Anadolu
hareketine gönül vermiş sınırlı sayıdaki havacı personel ve alt yapıyla Türk
Hava Kuvvetlerini yeniden yapılandırma zorunluluğu ile yüz yüzeydiler.
Yeniden yapılandırılacak olan hava kuvvetlerinin
ilk çekirdeğini; Anadolu’da toplanan pilot, gözcü, makinistlerle; Konya,
Erzurum, Elazığ ve Diyarbakır’daki uçaklar oluşturuyordu. İstanbul’dan kaçarak
ulusal güçlere katılan personel, en az iki yıldan beri eğitim yapamadıkları
için uçuştan uzaklaşmış durumdaydılar.[3]
Eldeki uçaklar ise, Erzurum’da çoğu Rus
yapısı işe yaramaz on üç uçak, Konya Uçak İstasyonunda ise çoğu uçamayan dördü
keşif, on üçü av uçağı olmak üzere toplam 17 uçaktan ibaretti.
TBMM kurulduktan sonra 13 Haziran
1920’de, 328 sayılı emri ile hava teşkilatının düzenlenmesine karar verdi. Sözü
edilen yeni teşkilat, TBMM ordularının ilk hava kuvvetleri teşkilatını
oluşturuyordu.
Yeni oluşturulan Hava kuvvetlerinin
öncelikli işi, teknik eleman ve yedek parça eksikliklerine karşın eldeki
uçakları, uçabilir konuma getirmekti. İşe Konya’dan başlanacaktı.
Filistin ve Irak cephesinden uçarak
veya karadan taşınarak Güney ve Doğu’daki farklı meydanlara getirilen arızalı,
hasarlı ve uçamaz durumdaki uçaklar Konya meydanında toplanacaktı. Konya’daki
tamirhane; tezgâh, teçhizat ve ustalara takviye edilerek hasarlı ve arızalı
uçakların bu tamirhanede uçar hale getirilmesi sağlanacaktı. Konya’da uçaklar
faal hale getirildikçe Eskişehir, Afyon, Uşak ve Polatlı’da hava birlikleri
kurulacaktı.
Konya’daki çalışmalar büyük güçlüklerle
başladı. Bazı temel maddelerin olmayışı ve yeterli teknisyenin bulunamayışı,
tamir, bakım ve onarım çalışmaların “yerel” imkânlarla sürdürmesini
gerektirmiştir. Sürtünmeden doğan yıpranmanın giderilmesi için mamul “Emayit”
maddesine ihtiyaç duyulmuştur. Sanayisi ve fabrikası olmayan Türkiye bu eksikliği
o yıllarda ilkel yöntemlerle giderme çabası içerisine girmiştir. Emayit denilen
bu maddenin rolü çok önemliydi. Emayit karşımı için gerekli selülozik ham
malzeme bulunamadığından, formül bilinmesine karşın üretilemiyordu. Onarım
işleriyle uğraşan havacı ve makinistler, kendi buldukları bir yöntemle bu
engeli aşmaya çalışıyorlardı. Patates kabukları, koyun, keçi, sığır ayakları
bir kazanda kaynatılıyor, bundan elde edilen sıvı tekrar başka bir kazana
konuyor, bu sıvının içerisine yapıştırıcı beyaz kola veya yumurta akı ilave
ediliyor, bu karışım tekrar kaynatılıyordu. Elde edilen bu madde uçakların
gövde ve kanatları üzerine sürülüyor ve bez kısımlarda arzu edilen kayganlık
nispeten sağlanıyordu.
Emayit yerine kullanılmaya başlanan bu
madde her ne kadar sıcak ve güneşli havalarda gövde ve kanatlar üzerinde
istenilen gerginliği ve kayganlığı temin edebiliyorsa da sürüldüğü yerlerde
orijinal emayit’e nazaran kalın bir tabaka oluştuğundan kanat ve dümen
kısımlarını ağırlaştırıyor ve dolayısıyla uçağın süratini oldukça azaltıyordu.
Ayrıca diğer en önemli mahzuru da yağmurlu ve çok rutubetli havalarda bu madde
gerginlik yerine gevşeklik yaratıyor ve buna bağlı olarak aerodinamik yapısını
bozuyordu.[4]
Temmuz 1920’de Konya’da onarımları
biten toplam 17 uçaktan 13 adedi, 13 Haziran 1920 günü son şekli verilen Hava
Kuvvetleri Teşkilatı‘nın Batı cephesindeki birliklerine gönderildi.[5]
Hava kuvvetlerinde toplam eğitim,
keşif, av ve bombardıman tiplerinde olmak üzere 32 uçak bulunuyordu. Her şeye
karşın elde avuçtaki bu uçaklar adeta canlarını dişlerine takmış ve
emperyalistlerin Anadolu’dan sökülüp atılması uğraşında, azımsanmayacak ölçüde
bir hava gücü desteği sağlamışlardır.
İKİNCİ BÖLÜM
Türk Havacılığının Kurumsallaşmaya Başlaması
2.1.Sivil Havacılığın Başlaması
2.1.1.Vecihi Hürkuş Ve Uçağı
İlk Türk uçağı 28 Ocak 1925 yılında
Türk havacılığının sembol ismi Vecihi Hürkuş tarafından yapılmıştır. 6 Ocak
1896 tarihinde İstanbul'da doğan Vecihi Hürkuş, I. Dünya Savaşı'na katıldı ve
yaralı olarak döndüğü İstanbul’da Yeşilköy'deki Tayyare Mektebi'ne girerek
Pilot Astsubay olarak mezun oldu. Birinci Dünya savaşı sırasında pilot brövesi
alarak 7. Tayyare Bölüğü'nde Ruslara karşı harekâta katılan Vecihi Bey,
başarılı keşif ve bombardıman uçuşları yapmış ve bu arada girdiği bir hava
muharebesinde bir Rus uçağını indirmiştir. Vecihi Hürkuş, uçak düşüren ilk Türk
tayyarecidir. Daha sonra Ruslara esir
düşen Vecihi Bey, Hazar Denizi’nde bulunan Nargin Adası’ndan yüzerek İran
üzerinden kaçmayı başarmış ve yurda dönerek 1918 yılı yaz başında Yeşilköy'de
konuşlanmış bulunan 9. Harp Tayyare Bölüğü'nde görev almıştır.
Kurtuluş Savaşı'na katılan Vecihi Bey,
özellikle İnönü ve Sakarya Savaşı sırasında çok başarılı keşif ve destek
uçuşları yaptığı gibi bir Yunan uçağını da indirmiştir. Kurtuluş Savaşı'nın ilk
ve son uçuşunu yapan pilottur. İzmir (Gaziemir - Seydiköy) hava meydanına ilk
giren ve işgal eden kişi de olur.
Vecihi Bey'e kırmızı şeritli İstiklal
Madalyası verilmiştir. Ayrıca TBMM tarafından üç kez takdirname verilmiştir. Üç
takdirname verilen tek kişidir.
Savaştan sonra İzmir'de yeni
tayyarecileri eğitmeye başlar. Edirne'ye yanlışlıkla inen bir yolcu uçağını
almakla görevlendirilir. Hizmeti karşılığında uçak kendisine verilince uçak
inşa etmek düşünceleri canlanır. İzmir Seydiköy Hava Mektebi'nde - bugünkü Gaziemir
Hava Teknik Okullar Komutanlığı - uçak yapımı projesine devam eder. 1924'te
ganimet olarak Yunanlılardan ele geçen motorlardan yararlanarak "VECİHİ
K-VI" adını verdiği ilk Türk uçağını imal eder. Ancak yer denemelerinde
gayet başarılı olan uçağın uçuş denemesinin yapılması gerekiyordu. Uçağın
uçabilirlik sertifikası için teknik heyet toplanmış, fakat heyet içinde bu
işten anlayan kimsede olmadığı için uçuş sertifikası verilememiştir. Birkaç
aylık beklemeden sonra heyet içinden bir görevli Vecihi Bey’in kulağına şu
sözleri fısıldayacaktı.
"Vecihi, tayyareni muayeneye
memuruz, fakat ne gelebiliyor ve ne de bu işi bitirebiliyoruz; çünkü sen de
bilirsin ki aramızda tayyare mühendisi yoktur. Hususiyle bu tayyare
prototiptir. Tayyareyi herkes gibi ben de ve hepimiz de gördük ve güzel bulduk,
ancak bu güzellik emniyetin manası demek değildir ve biz bu emniyet işini de
görecek mevkide değiliz. Binaenaleyh ben sana bir arkadaş olarak kestirme bir
söz söyleyeyim ki artık sen de boşuna bekleme. Çünkü aramızda bu muayene
raporunu imza edecek kimse yoktur. Bu halde eğer sen tayyarene ve yaptığın
inşaatın emniyet ve fenni vasıflarına hakikaten inanıyorsan bir gün tayyareni
tecrübe hazırlıkları için meydana çıkart içine atla ve uç. Bu suretle bizi de
muhtemel bir mesuliyet yükünden kurtarmış olursun, aksi takdirde, yani bu
muayenenin neticesini bizden beklersen tayyarenin çürümesine kadar devam
eder."
Vecihi Bey 28 Ocak 1925'de "VECİHİ
K-VI" adını verdiği uçağını uçurur. Olayın bu kısmını Vecihi Hürkuş
anılarında şöyle dile getirmiştir:
“28 Ocak 1925 İzmir Seydiköy Tayyare
Meydanı'nın ölü sükûtu içindeydim, meydanda ne bir tayyare var, ne bir motor
sesi. Hangarlar kapalı, yalnız birkaç nöbetçiden başka kimse yoktu. Hangara
geldiğimi gören makinistim Ekrem koşarak yanıma geldi ve ben daha kendisine bir
şey söylemeden o, "Tayyarenizi çıkarayım mı hocam?" derken gözleri
sevinçle doluydu, hassas çocuk, gelişimi ve maksadımı ne güzel anlamıştı.
Her şey tamam, saat 15.00, belki birkaç
dakika daha geç, motorum çalışıyor, yerdeki bu ısınma zamanında kum çuvalı
rasıt mahalline bağlanırken ben de son bir defa daha tayyarenin her noktasını
ayrı ayrı gözden geçiriyorum: Kanatlarım, dümenlerim, teller ve emniyetler
hepsi iyi, ben de pilot yerindeyim. Kumanda vasıtaları rahat ve hassasiyetle
oynak, motörümün son kontrolünde, devir saati ibresinin gösterdiği 1420
rakamında öyle tatlı ve tanınan bir ahenk var ki inancıma kuvvetli bir mesnet
idi.
Kısa bir rule ile meydanın uçuş
sahasına dâhil olduktan sonra rüzgâr istikametine dönmüş ve o gün şiddetle esen
şimal rüzgârına karşı motörümü doldurmuştum. Belki heyecanım vardı, fakat
sevinçten hiçbir şey hissetmeden kuşumun ayaklarının yerden kesildiğini
anladım.
Şimdi boşlukta, yurdumun berrak
semasında; kendi kafamla ve kendi ellerimle yaptığım kanatlar üzerinde
kayıyorum. Sürat her an biraz daha fazla: 100, 120, 150, 180 kilometrelere
yükselirken tayyarem tok ve hırçın tırmanışında devam ediyordu. O andaki
duygularım; bu çıkış, bu sürat bizde mevcut tayyarelerin hiçbirinde yok.
Muvazene dümenlerimi; evvela hafif sonra sert, daha çok sert olmak üzere birçok
defalar tecrübe ediyorum. Hassasiyet çok iyi, diğer kumanda vasıtaları üzerinde
ayrı ayrı muhtelif tesirlerle tekrar tekrar yaptığım tecrübelerim inancıma her
an büyüyen bir kuvvet katıyor. Evvela sola dönüş, sonra sağa, daha sonra
devamlı dönüşlerim, tayyaremin munis (sevimli, can yakın) mutavaatının
(itaatinin) tam olduğu kanaatini doğuruyordu.
Bu tecrübelerden sonraki devam eden
uçuşumda daha derin bir zevk vardı. Uzun zaman kullanılmış bir tayyarede
uçuyormuş gibiydim. Bu arada yaptığım sürat tecrübeleri de tasavvurumu ve
projelerimi tam olarak tahakkuk ettirmişti. 15 dakika devam eden uçuştan sonra
inişe geçtim, bu tatbikat da normal bir tayyarenin hassasiyeti gibi
neticelendikten sonra etrafımı saran arkadaşlarımın omuzları üzerinde kendimi
buldum.”
Uçuşunu bitirip meydana döndüğünde
ortalık bayram yerine dönmüştü. Sevinç çığlıkları, takdirler, alkışlar
arasından iki asker geldi Vecihi Bey’in eline bir pusula tutuşturdu. Vecihi Bey
okuduğuna inanamıyordu. İzinsiz uçtuğu ve halkın güvenliğini tehlikeye attığı
gerekçesiyle maaş kesintisine çarptırılmış,
uçağının başına da iki nöbetçi dikilmesi emredilmişti. Vecihi Bey o gün
çok sevdiği askerlik mesleğinden istifa etti. Sivil hayata geçtikten sonra
uçağını geri almak için bir ok kere müracaat ettiyse de isteği yerine
getirilmedi. 25 Şubat 1925 yılında Mustafa Kemal’in yönergesiyle kurulan, o
günkü adıyla Türk Tayyare Cemiyeti’ne (Türk Hava Kurumu) katılmıştır. Cemiyetin
kurulmasıyla birlikte düşünülenlerin yapılması için halktan bağış toplanmaya
başlanmıştır. Bir madalya tüzüğü hazırlanmış, bağış miktarına göre altın, gümüş
ve elmas madalya dağıtılmıştır. 10.000 lira ve üstü bağışlayanlara ise alınan
uçakların isim hakkı verilmiştir. İlk olarak Ceyhan ilçesi 10.000 lira
göndermiş ve satın alınan ilk uçağımıza Ceyhan adı verilmiştir. Hürkuş da kendi
uçağıyla bağış toplama kampanyalarına katılmış, daha sonları Almanya ve
Fransa’ya giderek incelemelerde bulunmuştur.
. Alman ve Fransız fabrikalarından
oldukça etkilenen Hürkuş 1930 yılında kendisine Kadıköy’de bir atölye kurmuş, 3
ay dur durak bilmeden çalışmış ve havacılığımızın ilk sivil uçağı olan Vecihi
K-XIV’ü yapmıştır. Bu uçakla İstanbul’dan Ankara’ya uçmuş İsmet İnönü ve
kurmaylarını selamlamıştır. Ancak Hürkuş yine o kısır bürokratik döngüye
itilmiş ve uçuş sertifikasını alamamıştır. Uçabilirlik Sertifikası için İktisat
Bakanlığına başvurmuş, 14 Ekim 1930'da “Tayyarenin teknik vasıflarını tespit
edecek kimse bulunmadığından gereken vesika verilmemiştir” cevabını almıştır.
Hürkuş, bunun üzerine bakanlık nezdinde yapılan girişimler sonucu uçağa istenen
belgenin alınması amacıyla uçağı sökerek demiryollarından kiraladığı vagonla
Çekoslovakya’ya gönderilmesi için müsaade almıştır. Hürkuş, 6 Aralık 1930’da
Prag’a geldiğinde henüz tayyare gelmemişti. Tayyareye ait resmi evraklar önce
Çek diline çevrilmiş, uçak gelince tekrar monte edilerek uçağın malzemeleri ve
her türlü teknik kontrolü yapıldıktan sonra uçuşu istenmiş. Her türlü uçuş
şekilleri ile uçuşun kontrolü tamamlanmıştır.
Hürkuş 23 Nisan 1931’de Çekoslovakyalı
yetkililer tarafından civardaki bir gazinoda düzenlenen bir törenle,
başköşesinde “Yaşasın Türk Tayyareciliği” yazılı bir pankartla onurlandırılarak
uçuş müsaadesini almıştır. 25 Nisan 1931’de Çekoslovakya’dan uçarak Türkiye’ye
gelmek için yola çıkıp 5 Mayıs 1931’de Türkiye’ye gelmiştir. Hürkuş uçağının
atıl kalmaması için uçağını Posta servisine hibe etmiştir.
1930'lu yıllarda ilk Türk Sivil
Havacılık Okulu'nu (Vecihi Sivil Tayyare Mektebi 1932) açmıştır. İstanbul
Kadıköy'de (Kalamış) ilk sivil uçağımız VECİHİ K-XIV, ilk eğitim ve spor
uçağımız VECİHİ K-XV, 160 Beygirlik Mercedes uçak motorlu deniz kızağı VECİHİ
SK-X üretilmiştir. Nuri Demirağ Bey, bir tayyare yapımı için 5000 TL vermiş,
böylece 1933’de Vecihi Hürkuş tarafından NURİ BEY adı verilen VECİHİ K-XVI
kabin uçağı yapılmıştır. Vecihi Bey zor koşullarda eğitim yaparken bazı
kurumların, örneğin TEKEL İdaresi’nin ve İŞ BANKASI’ nın reklamlarını yapmış,
bazı vatansever yetkili kuruluşların da yardımları olmuştur. 1954 yılında İlk
sivil havayolu şirketimiz Hürkuş Havayollarını kurmuştur.
Türk Havacılık tarihinin en üretken ve
girişimci kişilerinden olan Vecihi Hürkuş Ankara'da 16 Temmuz 1969 tarihinde
Gülhane Askerî Tıp Akademisi Hastanesi'nde vefat etmişti
2.1.2.Nuri Demirağ
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları
inşaatının ilk müteahhitlerindendir. Türkiye’nin 10 bin km'lik demiryolu ağının
1250 km’lik bölümünün inşasını gerçekleştirmiş ve bu nedenle kendisine Mustafa
Kemal Atatürk tarafından “Demirağ” soyadı verilmiştir. Cumhuriyet döneminin
sayılı zenginleri arasına girmiş ve hayırseverliği ile tanınmış bir iş
adamıdır.
Türkiye’de ilk uçak fabrikasının
kuruluşu, ilk sigara kâğıdı üretimi, ilk yerli paraşüt üretimi gibi ilkleri gerçekleştiren,
İstanbul Boğazı üzerine köprü yapılması, Keban’a büyük bir baraj yapılması
düşüncelerini ilk kez gündeme getiren kişidir. Özellikle havacılık sanayisinde
başarıları ile anılır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk muhalefet
partisi olan Milli Kalkınma Partisi’nin kurucusudur.
Vecihi Hürkuş'un eşsiz pilotluk ve
mühendislik birikimiyle havacılık sanayisi, cumhuriyetimizin ilk yıllarında
önemli mesafeler kaydetti. Havacılığımızın mühendislik yönünden gelişmesi kadar
ticari adım atması da büyük önem taşıyordu. Türk Hava Kurumu henüz uçak imal
edebilecek seviyede değildi, alınan uçakların parasının büyük bir kısmı halktan
toplanıyordu. Bu noktada büyük girişimci Nuri Demirağ tarih sahnesine çıkıyor.
İlk Türk demiryolu müteahhidi olan Demirağ uçak sanayisinin önemi kavramış, ilk
önce 10 yıllık bir plan yaptırmıştır, 1936 yılında bugün Beşiktaş’ta Barbaros
meydanındaki deniz müzesinin hemen yanında, ülkemizin ilk özel sermayeye ait
olan uçak fabrikasını kurmuş, hemen ardından Yeşilköy’de hava alanı ve fabrika
alanı yapımı için büyük bir çiftliği satın almıştır (bu alan günümüzde Atatürk
Hava Alanı olarak kullanılmaktadır). Bu araziye Gök Okulu kurmuş ve 1943 yılına
kadar 290 öğrenci yetiştirmiştir. Bununla kalmayan Nuri Demirağ memleketi
Sivas’ta ilin ilk ortaokulu olan Gök Ortaokulu’nu açmış ve bu öğrenciler burslu
okumuştur. Demirağ, Beşiktaş ve Yeşilköy’e kurduğu fabrikalarda da
projelendirme ve çizim işlerini yapması için ilk uçak mühendislerimizden
Selahattin Reşit Alan’ı görevlendirmiştir. Yapılan çalışmalar meyvesini vermiş
1936 yılında tek motorlu bir uçak üretilmiştir.
Demirağ, 1938 yılında ise Türkiye’nin ilk yolcu uçağı NuD-38 imal etti.
1944 yılında da bu uçakları dünya havacılığı A sınıfına almıştır. .
Nuri Demirağ bu başarısıyla THK’dan hem NuD-38 hem de deNuD-36 için siparişler
almıştı. THK, NuD-38 için Eskişehir de test uçuşu ister. Test uçuşu sırasında
Selahattin Alan iniş sırasında yerde bulunan büyük bir hendeğe çarpar ve vefat
eder. Bunun üzerine zaten sırada bekleyen Demirağ karşıtları THK’dan
siparişlerin iptal edilmesi için baskıda bulunur ve başarır. Olay mahkemeye
taşınır bilirkişi raporuna rağmen mahkeme THK’yı haklı bulur. Böylece 1943
yılında önce Gök Okulları, sonra da fabrikalar kapatılarak istimlak edilir ve
uçaklar hurdaya ayrılır. Demirağ fabrikalarının kapanmaması için çok uğraşsa da
dönemin siyasi koşulları içinde elinden pek de bir şey gelmemiştir.
2.2.Türk Uçak Sanayi Kurma Girişimleri
2.2.1.Türk Hava Kurumu’nun Kurulması
Ulusal
savunma kaygısıyla ulusal havacılığa duyulan gereksinme olarak özetlenebilecek
temel nedenin yanında, Türk Hava Kurumu aracılığı ile halkın ilgisini canlı
tutmak, onları havacılık konusunda bilinçlendirmek, eğitmek gibi daha birçok
neden sıralanabilir.
Savaştan yeni çıkmış Türkiye
Cumhuriyeti’nin mali kaynakları kısıtlı olduğu için var olan bütçeyle uçak
almak olanaksızdı. Büyük yatırımlara gereksinim vardı.
Bu durum yurt sathında çeşitli yerlerde
Hava kuvvetlerine uçak alarak yardım etmeyi amaçlayan para toplama
kampanyalarının açılmasına neden oldu. Toplanan paralarla uçak alımı için
başvurular birbirini izlemeye başladı. Bağışların çoğalması bu etkinliklerin
koordinesini ve tek elden yönetimini zorunlu kılıyordu.[6]
Böylece, Türk Hava Kurumunun kurulması
ulusal bir gereksinim olarak ortaya çıkmıştı. 16 Şubat 1925 tarihinde
Atatürk’ün yönlendirmesiyle Türk Tayyare Cemiyeti kuruldu. Atatürk, kuruluş
aşamasında azımsanmayacak bir miktar olarak on bin lira bağışta bulunmuştu.
Girişimci kurulun büyük çoğunluğu milletvekili olmakla beraber, Kurtuluş Savaşı’nda
satın alıp bağışladığı uçaklarla olağanüstü katkılarda bulunan Erzurumlu Nafiz
Bey gibi birkaç tüccar ve ayrıca bürokrat bulunuyordu.
İlk tüzüğüne göre Türk Hava Kurumunun
amaçları, Atatürk tarafından; Türkiye’de havacılığın askeri, iktisadi ve sosyal
önemini tanıtmak, havacılığa gerekli olan personel ve malzemeyi sağlamak ve
Türk gençliğine havacılığı sevdirmek olarak belirlenmişti. Hem kuruluş
yıllarında hem de izleyen yıllarda dünya ülkelerine bakıldığında aynı
doğrultuda etkinlik gösteren bir kurumun olmadığı, hatta çoğu ulusların benzer
kurumları oluşturabilme çabası içerisinde oldukları gözlemlenmiştir.
Atatürk’ün kurumdan tüzüğü doğrultusundaki
etkinlikleri zorlayan makro düzeyde beklentileri vardır. Bu nedenle, maddi
olarak güçlü olması, çalışmalarını kesintisiz sürdürebilmesi için sarsıntı
geçirmemesi gerekmektedir. Mustafa Kemal Atatürk; Kurumu düşündüğü şekilde
güçlü kılabilmek için sadece ulusun yardımseverliği ile yetinmemiş, yasal
zeminini hazırlayarak kuruma sürekli gelir kaynakları sağlamıştı. Sözü edilen
kaynaklar;
1- Fitre-zekât
ve kurban derileri,
2- Tayyare
piyangosu (Milli Piyango),
3- Bir
kuruşluk Tayyare Cemiyeti dilekçe pulu,
4- Sigara
paketlerindeki tek bir sigara,
5- İki
cıva madeninin işletilmesinden elde edilen tüm gelirler,
6- Askeri
terhis tezkerelerinin işletilmesinden elde edilen tüm gelirler,
7- El
ve duvar ilanlarından alınacak pay,
8- Uşak
şeker fabrikasının her yılki ilk ürünü ile Makara ve İplik Tesis Hakkı’nın Türk
Tayyare Cemiyetine verilmesinden elde edilen gelirlerdi.
Bundan başka en
az bunlar kadar önemli olan bir gelir kaynağı da Mustafa Kemal Paşa’nın BÜYÜK
NUTUK’un telif hakkını Türk Hava Kurumuna bağışlamış olması idi.
Ne yazık ki,
ilerleyen yıllarda siyasal kaygılar ve yönetim anlayışları nedeniyle,
Atatürk’ün vasiyeti niteliğindeki bu gelir kaynakları, dönem dönem Kurumun
elinden alınmış ve gelişim ivmesinin düşmesine neden olmuştur.
2.2.2.Türkkuşu’nun Kurulması
Türk Hava
Kurumunun hızlı ve bilinçli gelişim süreci içerisinde, havacılığın temel unsuru
olan personeli yetiştirmek ve eğitmek, gençliğe havacılık sevgisini aşılamak
amacıyla 3 Mayıs 1935 tarihinde açılan Türkkuşu Havacılık Okulu, dönemin ileri
atılımlarından bir diğeridir.
Türkkuşu ilk
olarak, 18-35 yaşlarında kadın ve erkekleri planörle uçurmayı ve paraşütle
atlamayı amaç edinmiştir.
Dünya
havacılığı ise, paraşütle atlamanın önemini ancak İkinci Dünya Savaşı’nda
kavrayabilmiş ve bu tarihten sonra ilgisini yoğunlaştırmıştır.
Açılışın yapılacağı
3 Mayıs 1935 günü Mustafa Kemal, açılış töreninde son derece etkileyici kısa
bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında, havacılık konusunda o zamana kadar yapılan
çalışmaları takdir etmesine karşın, yeterli olmadığını ifade etmektedir.
Atatürk,
Rusya’dan davet edilen Rus öğretmenlerin planör uçuşlarını ve paraşütle atlama
gösterilerini heyecanla izleyen manevi kızı Sabiha Gökçen’i de Türk
havacılığına da burada kazandırmıştır.
Atatürk,
Gökçen’in havacılık eğitimiyle yakından ilgilenmiş, eğitimine yurtdışı boyutu
da kazandırarak, devrimine bir halka daha eklemiş ve Gökçen’in ilk kadın pilot
olarak çelik kanatlarla gökyüzüne çıkmasını sağlamıştır.
Türkkuşu’nun
kurulduğu 1935 yılından 1939 yılına kadar üç yıllık zaman dilimindeki kimi sayısal veriler, kurumda
baş döndürücü bir hızla devam eden gelişimi gözler önene sermektedir.
1935 yılında
Türkkuşu’nda ancak 13 planör varken, bu sayı 1938 yılında 135’e çıkarılmıştır.
Türkkuşu planör atölyesinde yapılmakta olanlar bittiğinde 268 sayısına
ulaşılacaktır.
Türkkuşu
bünyesinde 1937 yılına kadar yalnız 32 motorlu tayyare pilotu varken 1939
yılında 145 pilot hedeflenmiştir. Kurumun 1936 yılında üç olan uçak sayısının
1939 yılında 42’ye çıkarılması planlanmıştır.
1938 uçuş
mevsiminde motorlu uçaklar üzerinde gençlerin yetişmesi için yapılacak iki bin
saatlik 12.000 uçuş, motorsuz uçaklar üzerinde yalnız İnönü’de yapılacak 23.000
uçuş, yani iki buçuk ayda toplam 35.000 uçuş gerçekleştirilmiştir.[7]
Türkkuşu’nun
Atatürk’ün aramızdan ayrıldığı 1938 yılına kadar yetiştirdiği ve eğittiği
azımsanmayacak sayıdaki genç bir sivil havacı ordusu, ulusal savunmada her an
yararlanabilecek dinamik bir güç haline gelmiştir.
2.2.3.Tayyare Ve Motor Türk Anonim Şirketi(TOMTAŞ)’nin Kurulması
Türk Tayyare
Cemiyeti’nin kuruluşundan sekiz ay sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa Kayseri’de
bir uçak fabrikasının kurulması yönünde kesin direktif vermiştir.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, gelişmiş ülkelerde demode olduğundan çöp
olarak görülen teknolojilerin üstüne bir de para verilerek ülkeye
sokulmasına karşıydı.
Ulusal Savunmaya
dair görüşünü şöyle açıklamıştır: “Eskimiş teknolojileri değil, en yeni
teknolojiyi ülkeye getirmediğimiz, getiremediğimiz sürece,
yabancı ülkelere bağımlı olmaktan kurtulamayız. Bunun için de mümkün
olduğu kadar kemerleri sıkarak kendi yağımızla kavrularak, bir yandan
da yeni parasal kaynaklar yaratarak çağdaş teknolojilerin en yenilerini
topraklarımıza taşıyacağız. Eski teknolojileri bize kolaylıklar
tanıyarak getiren yabancı devletlerin kurnazlıklarını anlamak
için insanın ya kör ya da aptal olması gerekir. Kısa surede gelişen
şu savaş araç ve gereç sanayine bakınız… Birinci Dünya Savaşı biter
bitmez, bu kara günlerde kullanılan tüm silahlar birden bire demode
oluverdi. Almanlar, Fransızlar, İngilizler, Amerikalılar ellerindeki
bu silah fabrikalarını uzun vadeler tanıyarak geri kalmış ülkelere
satmaya çalışıyorlar. Neden? Çünkü onlar daha modernlerini, daha etkili
olanları yapabilecek fabrikalar kurmakla meşguller… Bunu her alana
yayabilirsiniz. Tekstil alanına, ilaç sanayi alanına, otomotiv sanayine;
kısaca aklımıza gelen her alana… Biz yeni ve genç bir Türkiye kuruyoruz.
Dost düşman ülkelerin geride kalmış, teknolojilerine gereksinmemiz
yok. Ya en yenisini kurar, onlarla boy ölçüşürüz, ya da biraz daha
sabreder, bunu yapabilecek güce erişmemizi bekleriz”. Bu
sözler onlarca yıl önce sanayinin bu günkü seviyesinden çok ilkel
olduğu bir dönemde tespit edilmiş bir hakikattir. Bu gerçekleri bu gün
çok daha açık olarak görmekteyiz.
Birinci Dünya
Savaşı sonrası yenilen devletlerden bir tanesi dışında yenen tarafların
inisiyatifine boyun eğmişler ve onur kırıcı anlaşmalarla barış yapmışlardı.
Türkiye ise milli mücadele sonrası galip bir devlet olarak müstemlekecilerin
hesabını bozmuştu. Gerçi emperyalist güçler Türkiye’ye yenilen diğer
taraflara göre çok daha ağır bir bedel ödetmeye çalışmışlardır.
Sevr paçavrası olarak geçen bu niyet, Türk Milleti tarafından tanınmamıştır.
Almanya imzaladığı ağır şartlara rağmen zinciri kırmaya çalışıyordu.
Savaş sonuna kadar dünyanın sayılı sanayine ve tekniğine sahip
olan Almanya Versay Anlaşması gereği ülke sınırları içinde üretemediği
uçakları bağımsız devletlerin topraklarında üretmek istiyordu. Bu
alanda da Birinci Dünya Savaşı’ndaki müttefiki bağımsız Türkiye uygun
bir yerdi. Bu teşebbüs Türkiye açısından da çok önemliydi. Çünkü Almanya’nın
teknolojisi Türkiye’nin ise bağımsız iradesi vardı. Ortaya çıkacak
ürüne ise her iki devletin de çok ihtiyacı vardı. Almanya ve Türkiye’nin
çıkarlar bu noktada tamamen örtüşmekteydi.
Alman Uçak üretiminde
Junkers Firması çok iddialı ve güven duyulan bir isimdi. 1925 yılında
Atina’da da bir uçak fabrikası açılmıştı. Kısa süre önce Türkiye karşısında
mağlup olan ülkede bir uçak fabrikası yapımı dengeleri bozabilirdi.
Çünkü Atatürk’ün zamanında sıkı Türkiye dostu olan Yunanistan’a karşı
bir barış rüzgârı deryada sınır tanımıyordu. 1925 yılı yaz aylarında
Türkiye de Junkers firması ile görüşmelerini tamamlamıştır. Firma
ile yapılan anlaşmada sermaye tutarı yaklaşık 3,5 milyon TL
(7.000.000 Mark) olacak ve taraflar arasında eşit katılım sağlanacaktı.
Fabrika tam faaliyete geçinceye kadar Türkiye tüm uçaklarını Almanya’dan
alacaktı.
Türkiye Cumhuriyet
Hükümeti ile Alman Junkers arasında daha ilk zamanlarda sorunlar
ortaya çıkmıştır. Firma Almanya’da üretimi yasaklandığından ekonomik
krize sürüklenmişti. Bu nedenle 3,5 milyon mark ödenmemiştir. Meblağın
patent hakkı olarak Türkiye’ye ödettirilme önerisi de Başbakan İsmet
İnönü tarafından kabul edilmemiş ve % 5 bir meblağın patent hakkı
olarak kabul edileceği önerisi yapılmıştır. Alman Dışişleri bakanlığı
firmanın özel durumunu Türkiye’ye iletmemiştir. Türk-Alman ortaklığı
olan şirketin adının, Tayyare ve Motor Türk Anonim Şirketi (TOMTAŞ)
olması kararlaştırılmıştı. Şirketin 125.000 TL. Sermayesi Türk Hava Kurumu
tarafından karşılanmış ve merkezi Ankara olmuştu. Eskişehir’de
ise Almanya’dan satın alınan Junkers isimli uçakların bakım ve onarımı
yapılacaktı. Hava Savunması ve hava harp sanayisi Türkiye Cumhuriyeti
Devleti tarafından her zaman çok önemsenmişti. Öyle ki, bu konuda
zaman zaman sıkıntılar olmuş, kişilerin tutumları eleştirilmiş
ama bu konuda yetkili olanlar genel olarak oldukça duyarlı davranmıştır.
TOMTAŞ’ın kurulması ile ilgili olarak da 22 Nisan 1925 yılında Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nde gizli oturum yapılmış ve konu tartışılmıştır.
Atatürk 1 Kasım
1924 tarihinde TBMM’yi açış konuşmasında; “Yurt savunmasından söz
ederken askeri alanda önemli ve etkin bir nitelik taşıyan Hava Kuvvetlerine
yüce Meclisin özellikle ilgisini ve dikkatini çekmek isterim” demiştir.
Bu sözlerin tesiri kendini göstermiş ve yıl içerisinde bir uçak fabrikası
kurulması TBMM’de enine boyuna tartışılmış ve uçak fabrikası kurulması
yönünde karar verilmiştir. Devletin bütçesinin ortalama 100 milyon
lira olduğu bir dönemde 1,750 milyon lira yalnızca uçak fabrikası
sermayesi için ayrılması o günün şartları içinde oldukça yüksek
bir rakamdı. Fabrikanın yapılması ise çok daha büyük miktarda taahhüde
girilmesini gerektirecekti. Görüşmelerde; Recep Bey, konuşmasının
sunuş bölümünü aşağıdaki sözlerle toparlamıştır:”… Her hangi bir gün
karşımıza çıkacak olan harp canavarına karsı dişsiz, tırnaksız,
harp araç ve gerecinden yoksun olarak yürümek sorumluluğu, her babayiğit
devlet adamının dayanacağı bir sorumluluk değildir.” demiş ve İstiklal
Harbinde yaşanan sıkıntılara bir daha düşülmemesi gereğin değinmiştir.
Milli Savunma Bakanı, ulusal savunmaya ilişkin kapsamlı bir değerlendirme
yaptıktan sonra, sözü Kayseri uçak fabrikasına getirir ve şunları
söyler: “Arkadaşlar, bildiğiniz gibi geçen yıl verilmiş olan 3 milyon
liralık taahhüt yasası ile hükümet bir uçak fabrikasının inşası
için girişimde bulunmuştur. Sözleşme imzalanmış olup, yakında yapılmaya
başlanacaktır. Bunlarla ve dışarıdan satın alma yoluyla hava kuvvetimizin
her yıl yıpranacak olan yaklaşık mevcudun çeyreğini karşılayacak
masrafı bu yüz elli milyonun içerisine koyduk. Arkadaşlarıma gizli
olarak açıklarım ki; yıllar içinde ordumuzun 1000 adet madeni uçağı
olacaktır. Bu uçakların yaklaşık dört yıl dayandığı ve dört yıl olduğu
şimdiye kadar ki deneyimlerle kanıtlanmıştır. Biz her yıl iki yüz elli
uçak almalıyız ki. dört yılda bir uçağımız olsun ve hep o düzeyde tutalım.
Junkers ile yapılan sözleşme; her yıl bize iki yüz elli uçağın teslim
taahhüdünü içermektedir.” Açıklaması ile hava kuvvetlerinin çağın
en son silahları ile modern hale getirilmesi için meclis iradesi açıkça
ortaya konmuştur.
Nitekim kanun
enine-boyuna tartışıldıktan sonra Milli Savunma Bakanlığına 150
milyon liralık bir ödenek sağlanması yasa ile kabul edilmiştir. Türkiye
bütçesi ile mukayese edildiğinde meblağın ne kadar yüksek olduğu
açıktır. Junkers ile 15 Ağustos 1926 yılında yapılan anlaşma ile Eskişehir’de
de bir küçük tesis ile onarım işlemlerinin yapılabileceği bir atölyenin
kurulması kararlaştırılmıştır. Varılan mutabakata göre; uçak
fabrikasının kurulması için malzemeler Almanya’dan getirilecekti.
Gelen malzemeler büyük sıkıntılarla Kayseri’ye ulaşmıştır. Fabrikanın
kurulmasına yönelik teçhizat ve malzemeler Almanya’dan İskenderun’a
gemi ile getirilmiştir. İskenderun’dan Ulukışla’ya trenle buradan da
Kayseri’ye kağnı ve develerle taşınmıştır. Plana göre 1926 sonbaharına
kadar onarım tezgâhlarının, 1927’de ise uçak üretiminin başlaması
gerekiyordu.
TOMTAŞ’ın resmi
açılışı 6 Ekim 1926’da icra edilen devlet töreni ile yapılmış ve törene
devletin zirvesinden yoğun bir katılım olmuştur. Heyet Ankara’dan
Kayseri’ye uçakla gitmiştir. Mustafa Kemal Paşa çok önem verdiği bu
tesisin açılışına katılamamış ancak daha sonra Kayseri’ye yaptığı
ziyaretlerde tesisleri ziyaret etmiştir. Fabrikanın açılışında;
TOMTAŞ İdare Reisi Konya Vekili Refik Bey, Milli Savunma Bakanı Recep
Bey birer konuşma yaparak bu büyük girişimin önemine değinmişlerdir.
50 Türk, 120 Alman personel ile fabrika çalışmaya başlamıştır. Burada
istihdam edilen Türk personelden bir kısmı gruplar halinde Almanya’ya
gönderilerek eğitim almışlardır. Bu dönemin en önemli sorunu yetişmiş
personel sıkıntısıydı. Eğitim ile bu sorunun çözülmesi için çalışılmıştır.
1927 yılında
Türk Hava Kuvvetleri envanterinde bulunan A–20, F–13 ve G–23 uçaklarının
bakım ve onarım–revizyon kabiliyeti başlamıştır. Tabii bu faaliyet
hava araçları ve teknolojilerini yakından tanımayanlar için çok
da önemli görünmeyebilir. Ancak bir uçak için en önemli gereksinim
uçuşa verilmesi için teknik bakımının çok iyi yapılmasıdır. Kara taşıtlarında
bazı bakımlar ihmal edilse bile bir süre sorun olmayabilir ama hava
taşıtlarında raf ömürlü malzeme kullanımı, Zaman aşımı malzeme değişimi
ve saatlik bakımlar uçuş ve yer emniyetinin vazgeçilmezidir. Çok basit
olarak görülen bir vida bile uygun kullanılmadığı zaman bu gün fiyatı
100 milyon Amerikan doları olan bir uçağın düşmesi için yeterli bir
sebeptir. Bu nedenledir ki uçak bir pilot tarafından uçurulur ama bu
uçuş için onlarca farklı meslek sahibi zamanla yarışarak görev yapar.
Bunun için TOMTAŞ’da da başlama noktası bakım, onarın-revizyon faaliyeti
ile devreye girmiştir.
TOMTAŞ çok büyük
beklentilerle faaliyete başlamış ama sonuç alınamamıştır. Bunun
pek çok nedeni vardır. Her şeyden evvel Junkers Firması’nın ekonomik
sıkıntısı temel sebeplerden biriydi. Firma taahhütlerini yerine
getirememeye başlamıştı. Ama aynı firma Rusya ve Polonya’da 1925 yılında
birer uçak fabrikası kurmuştur. Bu dönemde Türk Hava Kuvvetleri envanterinde
bulunan uçaklar genelde Fransa ve Çekoslovakya kökenlidir. Doğal
olarak burada bulunan üreticiler Pazar kaybetmemeye çalışacaktır.
Tabii bunların ne tür bir girişimde bulunduğu bilinmemektedir. Bu
dönemin en önemli farklılığından birisi de Türk Tayyare Cemiyeti’nde
olduğu gibi yönetimin başında TBMM üyesi bir vekilin bulunmasıdır.
İşin doğası gereği bu uygulama siyasal müdahaleye de bu kurumları
açık hale getirmektedir.
Türk malı uçakların
üretimi o yıllar için emsallerine göre daha geri bile olsa çok önemliydi.
Ancak her şeyin kusursuz istenmesi ve açılan kuruluşun güçlenip
kendine gelmesine fırsat verilmemesi Türk sanayi açısından tam bir
talihsizliktir. Masraflı bir iş olmasına karşın AR-GE her alanda olduğu
gibi havacılık alanında daha da önemlidir. Gelişmeler bu alanda
kaydedilebilir. Burada da bu alanda sıkıntı yaşanmıştır. Türk ve
Alman personel arasında başta maaşlardaki büyük uçurum olmak üzere
yaşanan fark önemli bir huzursuzluk ve kapanma nedenidir.
Vecihi Hürkuş’a
göre eğer bu fabrika işletilebilseydi II. Dünya Savaşı’nda bir uçak
satıcısı olacak olan Türkiye’nin hazinesine altın yağacaktı. 3 Mayıs
1928’de yukarıda bahsedilen nedenlerle şirket faaliyeti sona ermiştir.
Junkers ile Türk Tayyare Cemiyeti arasında bir protokol ile tüm hisseleri
ile bilumum haklarından feragat ederek 520.000TL.’ye Türk Tayyare Cemiyeti’ne
devredilmiştir. Junkers Firması ile olan anlaşmazlık çözümlenmiş ve
hisselerin alınmasına müteakip 1930 yılında fabrikada revizyon faaliyeti
yeniden başlamıştır25. 1931 yılında MSB Hava Müsteşarlığına bağlı
olarak yeniden açılış yapılmıştır.
Türk denetimine
girdikten sonra ilk müdür Hv. Bnb. Murat Başaran olmuştur. Amerika
bu dönemde havacılık alanına giderek artan bir güçle hava sanayine
dâhil olmuş ve uçak üretiminde söz sahibi en ileri ülkelerden birisi
olmuştur. Türkiye, Junkers ile olan ortaklığın bozulması sonrası ihtiyacı
olan uçakları Amerika’dan lisans hakkını alarak üretmek için harekete
geçmiştir. 1932 yılında MSB.lığı ile Amerikan The Curtiss Aeroplane
and Motor Company İnc. Firması arasında bir sözleşme yapılmıştır. Bu
sözleşme sonucuna göre, otuz üç adet “Curtiss Hawk” sekiz adet
“Fledglig” uçaklarının üretimi tamamlanmıştır. Bu antlaşma ile Amerikan
hava sanayi ilk kez Türkiye piyasasında yer almıştır. Üretilen ilk
Fledgling marka ve 1401 Kuyruk No’lu uçak Atatürk’ün emriyle, Pilot Yüzbaşı
Enver Akoğlu tarafından Türk Devleti’nin hediyesi olarak İran’a götürülmüştür.
Kayseri Uçak Fabrikasında çalışmak ve Türk işçilerini yetiştirmek
üzere Amerikalılar istihdam edilmiştir.
TOMTAŞ’ın yaşatılamaması
büyük bir kayıp ve başarısızlıktır. Gerçi burada Junkers’in sorumluluğu
daha fazladır. Ancak Türkiye bu denemesinde başarılı olsaydı iyi
bir başlangıç olacaktı. Peki, bu faaliyetler gelişmiş sanayilerde nasıl
yürütülmektedir? Alman Krupp Firması, devletten 18.000.000 Reichmark
tutarında top siparişi ve beraberinde 15.000.000 Reichmark da avans almıştır.
Toplar üretilmiş ama teslim aşamasında Muayene Heyeti tarafından
şartnameye uymadığı gerekçesiyle ret edilmiştir. Krupp Şirketi, fabrikası
dışında her şeyini satıp borcunu ödemeye çalışmaktadır. İmparator
Kayzer II. Wilhelm, Krupp yetkililerini çağırır ve bir çek vererek,
“Dökümleri fırına atınız, yenisini yapınız, bunda da muvaffak olamazsanız
yine geliniz.” diyerek Alman sanayine ne kadar önem verdiğini ortaya
koymuştur. Özel sektör Almanya’da devlet tarafından bu şekilde desteklenirken
maalesef Türkiye’de bu süreci yaşamak mümkün olmamıştır. Birkaç öngörülü
kişi dışında yetkililer Türkiye’nin geleceğini planlama yetisinden
yoksun kalmışlardır.
Türkiye Cumhuriyeti
kurulduktan kısa süre sonra havacılık alanında birçok girişim yapılmıştır.
Özel girişimciler için de uygun ortam sağlanmıştır. Ne var ki, bir ülkede
uçak üretimi için öncelikle kesintisiz bir devlet desteği önemliydi.
Devlet desteği yanında ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum, sanayi
altyapısı, diğer ülkelerle olan iletişim ve teknoloji transferi,
üretimin sermayeye dönüştürülmesi, uluslararası sertifikasyon,
dünyadaki konjonktür, uluslararası ilişkiler, devlet kurumları
arasındaki ahenk ve koordinasyon ile tedarik usulleri, personel yönetimi,
donanımlı iş gücünün varlığı ve üniversite desteği gibi bir çok hususun
var olması gerekir.
Tayyare ve Motor Türk Anonim Şirketi kurulduğu
yıllarda burada belirtilen hususlar ne derecede mevcuttu. Bunların
varlığı ile fabrikanın ayakta kalması doğru orantılı olmuştur.
TOMTAŞ büyük
ümitlerle kurulmuş olmasına rağmen Junkers Firmasının taahhütlerini
yerine getirememesi, Almanya’nın yeterli destek verememesi, personel
arasında yaşanan adaletsiz yönetim, Türk idarecilerin görevlerini
aksatmaları ve yönetimde etkinliklerinin sınırlı kalması uçak fabrikasının
iflası ile sonuçlanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti
Devleti, uçak fabrikasına önem vermekteydi. TOMTAŞ’ın kapanması ve
iflasının hukuki olarak sonuçlandırılması ile burada kurulan yapı
değerlendirilmiştir
2.2.4.Kayseri Tayyare Fabrikasının Açılması
Daha önce belirtildiği gibi Kayseri Uçak Fabrikası 1931 yılında
tamamen Milli Savunma Bakanlığına devredilerek yeniden bir açılış
yapılmıştır. 1935 yılında üç farklı tipte 50 adet planör Türkkuşu
için üretilmiştir.1936 yılında Alman Gothaer Waggon Fabrik A.G. ile
lisans anlaşması yapılarak 1937 yılından itibaren toplam Gotha 145
uçaklarından 45 adet üretilmiştir. Yine aynı yıl Polonya Panstwowe
Zaklady Lotnicze firması ile lisans anlaşması yapılmış ve 1937 yılından
itibaren 20 adet PZL-24A-24C tipi uçak üretilmiştir. Bu firma ile anlaşma
yapılması hususunda zamanın Polonya Hava Kuvvetleri olan ve Çanakkale
Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nda görev yapan Osmanlı vatandaşı Ludomil
Raysk’nin katkıları olmuştur29. Kayseri Uçak Fabrikası faaliyette
olduğu zaman ayda dört uçak üretilecek bir kapasite kazanılmıştır.
Türkiye’de 01.10.1936–31.03.1938 tarihleri arasında monte edilen
15 Gotha Okul Uçağı ve 20 adet P.Z.L. av uçağından toplam 433.000 liralık
işçilik ve idari masrafın yurt içinde kalması sağlanmıştır. Üretimin
zamanında yapılamadığı durumlarda üretimi için lisans alınan
uçaklardan bir kısmı ise satın alınarak orduya verilmiştir. Türk Hava
Ordusu’nun ihtiyacı olan vurucu gücü yüksek bombardıman uçakları
ise dönemin şartları gereği gizlilik dikkate alınarak genelde Amerika’dan
tedarik edilmiştir. 1940 yılında İngiliz Philips And Powis Aircraft
Ltd. firmasıyla anlaşılmış ve 24 adet Magister tipi uçak üretimi yapılmıştır.
Kayseri Uçak Fabrikası’nda 1932–1942 yılları arasında yaklaşık 200
adet uçağın üretimi tamamlanmıştır. Bristol uçaklarının lisansı
alınarak bombardıman uçaklarının montajı da bu dönemde kazanılan
kabiliyetlerdendir. Kayseri uçak fabrikasında bu dönemde uçak Fabrika
Seviyesi bakımı ve motor revizyon faaliyeti de devam etmiştir. 1932
tarihinde çıkarılan 3526 sayılı kanunla Eskişehir ve Kayseri
Fabrikalarına esaslarını Milli Savunma Bakanlığı belirlenmek kaydıyla
Türk Hava Kurumu, Devlete ait daireleri ve kurumlar ile dışarıdan
sipariş alma yetkisi verilmiştir. Havacılığın kalkınması için o döneme
göre oldukça ileri bir adımdır. Kayseri’de ilk Türk Harp Tayyaresi üretimi
millet nezdinde büyük bir gurur kaynağı olmuştur. Türk Hava Kuvvetleri’nin
koruyan ve korkutan bir kuvvet olması yolunda atılmış bu önemli adım
dikkatlerin bir kere daha havacılığa odaklanmasını sağlamıştır.
Bu sonucun alınması için vatandaşlar hemen her meslek ve ortamdan
ciddi olarak destek vermişlerdir. Para yardımı, fitre, zekât ve kurbanlarını
gönüllü olarak Türk Hava Ordusuna bağışlamış ve bunu dini vecd ile
yapılan bir vatan hizmeti olarak görmüşlerdir.
Kayseri Uçak Fabrikası’nda açılışının yapıldığı 6 Ekim 1926 tarihinden
itibaren üretilen ve montajı yapılan uçaklar şunlardır;
a) 1926 yılında 30 Adet A-20 L montajı
b) 1926-1927 yılında 3 adet F-13,
c) 1933–1934 yıllarında Hawk-II’den 24 adet
d) Fledgling 2C1’den 8 adet
e) 1936 ve 1937 yıllarında 43 adet Gotha 145 A
f) 4 adet P.Z.L.-24 A (Seri Nu:2015-2118) ve 21 adet P-24 G
g) 1935 yılında 11 adet US-4, 11 adet PS-2 ve 5 adet G-9 olmak üzere
27 adet planör,
h) Bu fabrikada üretilen son uçaklar İngiliz Miles Magister uçaklarıdır.
Daha sonra anlaşma ile kiralama kapsamında Amerikan uçaklarının bol
miktarda ülkeye girişi ile üretimden vazgeçilmiştir. Bu kararla
ülkenin birikimleri farkında olmadan heba edilmiştir. Fabrikada
bundan sonra bakım ve revizyon faaliyeti sürdürülmüştür.
Almanların Türkiye’de uçak sanayine olan ilgileri Junkers’den
sonra da sürmüştür. 27.09.1937 tarihinde Alman sefiri Nadolny’nin mektubunda
konu gündeme getirilmektedir. Arşiv belgelerinden anlaşıldığına
göre Türk Uçak Fabrikasının yeniden ihyası teklif edilmektedir.
Mektupta Junkers Firmasının birkaç yıl evvel yaptığı anlaşmada başarısız
olduğu belirtildikten sonra bu kez arkasında Alman Hükümeti olan
Lufthanza Firmasının projeleri anlatılmaktadır. Projeye göre
Berlin-İstanbul hava hattı açılacak, Sarıgazi’de Hava Kuvvetlerine
bir meydan yapılacağı ve en önemlisi de bütün Alman Hava Sanayi desteği
ile Lufthanza ile birlikte uçak sanayi kurulması teklifi yapılmaktadır.
Mareşal Fevzi Çakmak konuyla ilgili Başbakanlığa yazdığı yazıda
yaptığı değerlendirmesinde, bu konuda bir karar alınmadığı ama Genelkurmayın
öteden beri Türk Hava Harp Sanayinin gelişmesine önem verdiğini belirtmekte
ve uygun olan projelerin de Genelkurmay tarafından destekleneceği
hususuna vurgu yapmıştır. Doğrusu Mareşal Fevzi Çakmak bulunduğu
önemli görevin gereği ve biraz da duygusal anlamda Türk Havacılığına
gönül veren, Türk Ordusu’nun milli imkânlarla havalarda var olmasını
isteyen öngörüsü çok yüksek olan bir komutandır.
Kayseri Uçak Fabrikası’nda yapılan üretim bu günün şartlarından
bile bakılsa oldukça önemlidir. Ancak uçak üretimi çok farklı bir mesuliyeti
gerektirir. Çünkü böylesine pahalı, ileri teknoloji ve ağır sanayinin
son aşamasını gerektiren ve devlet bütçesi kadar da yatırımı gerektiren
bir sahada ilk müşteri devletin kendisidir. Bunun için yetkili kişilerin
sorumluluklarını bilinçle yerine getirmeleri ve özellikle korumacı
bir çizgiden hareketle kazanılan milli kabiliyetleri dış mihraklı
oyunlara kurban etmemeleri önemlidir. Öte yandan uçak üretimi her devletin
başarabileceği bir imkân ve kabiliyet olmadığı halde her devletin
mutlaka ihtiyacı olan bir teçhizat ve güç unsurudur.
Bu gerçeklerden hareketle, üretilen uçakların pazarlanmasında
da devletin etkin desteğine ihtiyaç vardır. Uçak üretimi milli davadır.
Bu sahanın üzerinde asla muhalefet ve yanlış siyaset yapılmaması
da önemlidir. Devlet destek de olmak durumundadır. Bugün pek çok ülkede
milyarlarca dolar turizm, tarım ve benzeri alanlarda girişimciye
verilmektedir. Hatta bunların milyarlarcası da batırılmakta ve
geri ödemesi yapılmamaktadır. Bunlar olurken ülkenin bağımsızlığının
sembolü olan Hava Harp Sanayinde devletin büyük yatırımlara girmemesi
şüphesiz büyük kayıp olacaktır. Havacılığın kısa yüz yıllık tarihinde
bunlar her ülkede yaşanmıştır. Bazı devletler hatalarından süratle
dönüp dünya havacılığında bir otorite olurken hatalardan ders almayan
ülkeler de müşteri olmuşlar ve demode silahları müsaade edildiği
kadar kullanmaktadırlar.
Türk Askeri Havacılığı için
200 civarında uçak üretilmiştir. Bu uçaklar döneminde önemli görevler
icra etmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile üretimden ziyade
onarım ve bakım işleri ön plana çıkmıştır.
1978 yılında Fabrikanın imkân ve kabiliyetlerini görebilmek
maksadıyla başlatılan Mavi Işık Projesi başarılı olmuş ve üretime
ara verildikten yaklaşık 40 yıl sonra burada yeniden uçak üretilebileceği
görülmüştür. Fabrika birçok değişim geçirdikten sonra günümüzde Kayseri
Hava İkmal Bakım Merkezi Komutanlığı olarak faaliyetini sürdürmektedir.
Pervaneli uçakların Fabrika seviyesi bakım, onarım ve imalat
işlemleri burada yürütülmektedir.
2.2.5.Eskişehir Uçak Fabrikası
Alman Junkers firmasıyla 15 Ağustos 1925 tarihinde imzalanan sözleşme
uyarınca, Eskişehir’de küçük bir bakım-onarım merkezinin kurulması
kararlaştırılmıştı.
1935 yılında, Kurtuluş Savaşı pilotlarından Vecihi Hürkuş’un İstanbul’da
yapmakta olduğu uçuşları ilgiyle izleyen ve takdir eden Atatürk, Ankara ‘da
Türk Hava Kurumu Başkanı Fuat Bulca ile görüşmüş ve İnönü’deki Türkkuşu
bünyesinde Vecihi Hürkuş’dan yararlanılmasını emretmiştir.[8]
Anılan emir üzerine, Vecihi Hürkuş İstanbul’da bulunan okulunu kapatmış,
sürdürmekte olduğu çalışmalarını ve öğrencilerini Eskişehir’e getirerek
İnönü’de çalışmaya başlamıştır. Vecihi Hürkuş, burada ‘Vecihi-14’ ismini
verdiği bir uçak da yapmıştır.
Eskişehir Uçak Farikasındaki ikinci uçak yapım çalışması Selahattin
Alan’a aittir. Fransa’da öğrenimini tamamlayan Selahattin Alan’a, yurda dönünce
aldı üst düzey öğrenimle örtüşen bir görev verilememişti. Bunun üzerine
Selahattin Alan, Türkiye ‘de uçak yapabileceği iddiası il ortaya atıldı. Amatör
pilot brövesi bulunan Alan, Eskişehir Tamir ve Bakım Atölyelerinde görevli
bulundu sırada kendi insiyatifiyle MMV-I (Milli Müdafaa Vekâleti) koduyla, bir
eğitim-keşif uçağının projesini hazırladı. Uçak Onarım Fabrikası, marangoz
atölyesi usta başlarından Mehmet’le birlikte küçük bir imalat ekibi kurup,
prototip inşaatına başlamıştır. Söz konusu uçağın bazı parçaları, Kayseri
Fabrikasında imal edilmiş, motor ve pervanesi Amerika’dan getirilmiştir. Hızı
200km/saat, havada kalma süresi 2.5 saat olan iki kişilik uçağın uçuş
tecrübeleri tamamlanmadan çalışmaları yarıda kesilmiştir.
Eskişehir Fabrikası, izleyen yıllarda uçak bakım faaliyetlerine devam
etmiş, 1960’lı yıllardan itibaren jet uçak ve motorlarının bakım ve revizyon
işlerini üstlenmiştir.
2.3.İkinci Dünya Savaşı Sürecinde Uçak Sanayi Girişimleri
2.3.1.Etimesgut Uçak Fabrikası
İkinci Dünya Savaşı döneminde yurdumuzun korunması için çok sayıda
havacıya yoğun bir eğitim yaptırmak gerekiyordu. Sözü edilen eğitimin,
başlangıç ve ileri dönemlerinde kullanılacak uçakların ülkemizde yapılması kaçınılmazdı.
Çünkü dışardan bu uçakları getirtmek hem çok pahalıydı, hem de zaman kaybına
yol açıyordu. Etimesgut Uçak Fabrikası işte bu tarihi gelişim zorunluluklar
sonucu ortaya çıkmış bir kurumdur.
1925 yılında Ankara-Akköprü’de Türk Hava Kurumu tarafından açılan planör
atölyesi,1938-1939 yılları arasında 150 planör üretim kapasiteli küçük bir
fabrika düzeyine ulaşmıştı. Bu durumda, kurulması tasarlanan uçak fabrikasının
sınırlı alt yapısı mevcut sayılırdı.
Türk Hava Kurumu savaşın başında Polonya’nın çökmesi ve işgal altında
kalması üzerine ülkelerinden kaçan bazı havacı teknisyen ve mühendislerden de
yararlanmıştır. Bu teknik elemanların yapmış oldukları etütler sonunda
Etimesgut ’da bir uçak fabrikasının kurulması kararlaştırılmıştır.[9]
Türk Hava Kurumu’nun etkinlikleri içerisinde önemli bir köşe taşı olan
Etimesgut Uçak Fabrikası çalışmalarının diğerlerine oranla ayırt edici
özelliği, bütünüyle öz varlığına dayanma felsefesiyle yürütülmesidir.
Fabrika, ilk olarak uçak sanayiinde yerli hammaddelerden yararlanmanın
yollarını aramış ve bu girişimde de başarılı olmuştur. Ülkemizde bulunan
maddelerin birçoğunun değerlendirilmesi, yalnız havacılık sanayii için değil,
Türk sanayinin bütünü için önemli bir aşama olmuştur. Fabrika teknik servisinin
bu alanda yaptığı denemeler, 1944 Haziran’ına kadar, 45 bin parçayı geçmiştir.[10]
Açıldığı 1942 yılında 5840 metrekarelik alana sahip olan fabrika, izleyen
yıllarda 13790 metrekareye oturan geniş bir yerleşkeye sahip olmuştur.
Başlangıçta fabrikada 300 kişi çalışırken, 1945 yılı sonlarında 129’u teknik
personel yani düşünen ve yaratan kafa, 143’ü memur ve 606’sı işçi olmak üzere
878 kişi çalışır hale gelmiştir.
Fabrika, mevcut alt yapısı ve teknik donanımıyla Avrupa’daki benzeri
kuruluşlarla eşdeğerdir. Yapılan planlamaya göre,1944 yılı Etimesgut Uçak
Fabrikası’nın üretime geçiş yılı olacaktır.
Patenti, İngiltere’den alınarak yapımına başlanan ‘Magister’ okul ve
eğitim uçaklarından 30 adedinin 1944 yılında THK’na teslim edilişi, yapılan
planlamada bir aksama olmadığını göstermektedir.
Anılan uçaklardan ayda 10 tane yapabilecek kapasitede olan fabrika, 1945
yılında 30 Magister uçağı daha yapmıştır.
Bu arada fabrikanın beyni demek olan etüt bürosu da, Türk tipi yeni
uçaklar yaratmak için çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. Bu büroda 6 yüksek
mühendis, 4 mühendis ve 11 teknik ressam olmak üzere toplam 21 kişilik bir ekip
çalışmaktadır.[11]
Seri olarak imal edilmekte olan Magister uçaklarının yanında, teknik
büronun çalışmaları sonucu, 12 kişilik askeri taşıt niteliğindeki THK-1
planörünün ilk örnek çalışması bitirilmiş ve seri üretime hazır hale
getirilmiştir. Tek kişilik, akrobasi eğitim uçağı olan THK-2’nin yapımına hız
verilmiş ve 1944 yılında 12 adet yapılmıştır.
Üretilen bu uçakların dışında tek kişilik akrobasi planörü THK-3, motorlu
hasta taşıma uçağı THK-5, 6 kişilik turizm uçağı olan THK-5A, eğitim planörleri
THK-7 ve THK-9, çift motorlu hafif taşıt uçağı THK-10 ve THK-11 THK-12 THK-13
isimli nakliye uçakları üretilmiştir.
Üretime geçtiği 1944 yılından, kuruluşunu tamamladığı 1947 yılına kadar
fabrikadaki uçak yapımı çalışmaları aralıksız devam etmiştir. Ayrıca, bu
dönemde fabrikada Hava Kuvvetleri, Devlet Hava Yolları ve Türk Hava Kurumu’na
ait 318 uçak ve 308 motorun onarım ve revizyonu yapılmıştır.
Fabrikanın o günlerdeki başlıca müşterisi olan MSB ve DHY’ndan kuruluş
maksatlarına uygun siparişler alınamaması ve azalmakta olan Kurum geliriyle bu
tesislerin yaşatılmasındaki imkânsızlık göz önünde tutularak 1949’da
Başbakanlığa müracaat eden THK, bu fabrikanın kuruluş gerekçeleri çerçevesinde
yaşayabilmeleri için maddi yardımlarla desteklenmesini veya İktisadi Devlet
Teşekkülleri çerçevesine alınarak korunmasını talep etmiştir.
Söz konusu bu başvuru üzerine ilgili bakanlık ve kurumların
temsilcilerinden oluşan bir heyetin hazırladığı rapor, Başbakanlıkça
incelenmeye alınmıştır.
1950 yılındaki iktidar değişikliğinden sonra, fabrikaya olan ilgisizliğin
dozu daha da artırılmış ve yabancı uzmanların raporları esas alınarak fabrika,
18.06.1952 tarihinde Makine Kimya Endüstrisi Kurumu’na devredilmiş ve bu kurum
tarafından çalıştırılmaya başlanmıştır.[12]
Dönemin, Avrupa ölçütlerindeki bir yatırımı olarak kabul edilen fabrika,
yukarda değinilen yönetsel tavır ve kararlarla bilinen sona doğru hızla
sürüklenmektedir.
2.3.2.Gazi Motor Fabrikası
Türk Hava Kurumunun diğer bir ileri atılımı da, kırklı yılların
ortalarında, hemen hemen Etimesgut Uçak Fabrikası ile eşzamanlı olarak
başlattığı motor fabrikası girişimidir.
Ülkemizde, küçük atölyelerin yapmış olduğu motor imali denemeleri bir
kenara bırakılırsa, ilk motor fabrikası Türk Hava Kurumu tarafından Gazi Orman
Çiftliği’nde 1945 yılında kurulan bu fabrikadır.[13]
Etimesgut Uçak Fabrikasının kurulduğu savaş yıllarında Türk Hava
Kurumunun, fabrika bünyesinde bir motor atölyesi oluşturmaya çalışmış hatta
gereksinim duyulan malzemelerin siparişi verilmiştir.
Ancak, motor sanayiinde sanayinin temelini oluşturan makineleri yapmakta
ileri olan ülkeler, o dönemde savaş kaygısıyla sadece kendi motor üretimlerini
artırmaya çalışıyorlardı. Bu nedenle kurumun söz konusu siparişleri yerine
getirilemiyordu. Bu nedenle artık bir motor fabrikası kurma zorunluluğu ortaya
çıkmıştır. Bu amaçla 1945 yılı başlarında Türk Hava Kurumu Başkanı Şükrü Koçak
İngiltere’ye giderek İngiliz Havacılık Kurum ve fabrikalarını yakından
incelemiştir.
Yurtdışı ziyaretini tamamlayarak Ankara’ya dönen Şükrü Koçak müjdeli
haberi şu cümlelerle vermiştir: ‘…Türk Hava Kurumu’nun Ankara’da inşa edeceği
motor fabrikasına ait sözleşmeyi 16 Şubat ‘da Londra’da imzaladım. Fabrika 10
ay sonra teslim edilecektir.’[14]
Ankara’da kurulması kararlaştırılan motor fabrikasına ait makineleri
teslim almak ve bu konu da eğitim görmek üzere 11 kişilik uzman heyeti,
08.08.1945 günü törenle İngiltere’ye hareket etmiştir.
Türk Hava Kurumu Başkanı Şükrü Koçak İngiltere’de bulunduğu sırada başka
sözleşmelerde imzalamıştır. Bu sözleşmeler De Havilland fabrikasıyla Gibsy
Major motoruna ait lisansın 5000 İngiliz lirasına satın alınmasına ilişkindir.
Bu sözleşme gereği Gazi Motor Fabrikasında yılda 200 adet Gibsy Major uçak
motoru(4silindirli 145 beygir gücünde) yapacak şekilde düzenlenmişti. Ayrıca
bir kısım yedek parçaları da yapabiliyordu.
Bu kapasitenin az olduğu düşünülebilir. Fakat o tarihlerde, yani 1950’li
yıllarda Amerika’da yapılan bütün uçak motoru sayısının 4314 olduğu ve
bunlardan ancak 2040’nın 200 beygirin üstünde olduğu göz önünde tutulursa,
gerek miktar gerekse kapasite yönünden fabrikanın iyi planlandığı meydana
çıkar.[15]
Fabrikadaki
donanım; uçak motorlarının parçalarını üretebilme yeteneğini taşıyacak, fakat
aynı zamanda ülkede üretimi olanaklı olmayan parçaları üretebilme özelliklerini
de bulunduracaktır. Fabrikanın kendi donanımı arasında çelik parçalarının
dövülmesine ait forj araç gereçleri yoktur. Buna karşın, ülkemizde hiçbir
tarafta hafif maden alaşımlarından, yani magnezyum ve alüminyum alaşımlarından
döküm yapabilecek bir atölye bulunmadığı için, motor fabrikasına bir de hafif
maden alaşımları dökümü yapabilecek bir dökümhane kurulmuştur. Yılda en az 50 ton
döküm yapabilecek olan bu dökümhane de bulunan elektrik ocakları ve diğer
cihazlar sayesinde İngiliz hava sanayiinin kullandığı bütün alaşımların dökümü
elde edilebilecektir.
Fabrikadaki
makine ve teçhizatın o günkü değeri 2.717.000 TL olup, kurulduğu yıl
fiyatlarıyla arazi, binalar, makine, teçhizat, elektrik ve ısıtma tesisatıyla
birlikte toplam maliyeti 8.750.000 TL’nı bulmuştur.
Gazi Motor
Fabrikası, verilen teknik bilgilerden de anlaşılacağı gibi gerçekten kusursuz
bir altyapıyla kuruluşunu tamamlamış ve 29 Ekim 1948 tarihinde açılışını
yapmıştır. Ancak çeşitli nedenlerden ötürü üretim önceden tasarlandığı gibi
yürümemiş ve beklenen sonuç alınamamıştır.
Dışarıya motor
ihraç etmek amacıyla, darboğaz aşılmaya çalışılmış olsa da yine de yeterli
olmamıştır. Fabrikanın yıllık, 500.000 TL’si tutarında personel ödemesi
bulunmaktadır ve azımsanmayacak miktarda bir sermaye yatırılmıştır. Yine
fabrikanın içeriye yönelik iş planlaması çerçevesinde olan 30 adet Gibsy-Major
motorun yapımının tamamlanamaması ve alınan diğer işlerin yarıda bırakılıp
tamamlanamaması zaten zor durumda olan fabrikanın daha kötüye girmesine neden
olmuştur.
Dönemin bu
yaşamsal önemdeki atılımı da, ne yazık ki kimi yönetsel aksaklıklar veya
kusurlar, pazarlama sıkıntıları ve yöneticilerin o dönemdeki siyasal tavırları
nedeniyle, Etimesgut Uçak Fabrikası’nınkine benzer dramatik bir sonla
karşılaşmaktan kendini kurtaramayacaktır.
2.3.2.Rüzgâr Tüneli
Türkiye’de
İkinci Dünya Savaşı dönemi uçak sanayi girişimleri içerisinde bir araştırma
birimi olarak ele alınan Rüzgâr tüneli 1940’lı yıllarda uçak sanayi alanında
duyulan heyecanın simgesi niteliğindedir.
Dünya’da sayılı
havacı uluslarda büyük yatırımlar yapılarak tesisi edilen rüzgâr tünelleri,
havacılığın bugünkü yere ulaşmasında en önemli ve etkili yararlardan birisi
olmuştur.
Bu
laboratuarlar, küçük bir uçağı veya modelini deneyerek uçup uçamayacağını,
beklenilen performansı elde edebilmek için gerekli olan değişikliği saptamaya
ve herhangi bir yeniliğin sonucunu belirlemeye yarar. Böylece uçağı tam olarak
üretmeden, yalnız modeli üzerinde deneyler yaparak, zamandan tasarruf edilir ve
büyük harcamalardan kaçınılmış olur.
İlk adım 1941
yılında atılmış ve İsviçre’den teknoloji alınarak hava tüneli kurulması için
görüşmeler yapılmıştır. Bu görüşmelerden sonuç alınamayınca, 1944 yılında
İngiliz Holst firması ile bir sözleşme yapılmış ve Etimesgut Uçak Fabrikası’nda
üretilen prototiplerin aerodinamik testleri için Milli Eğitim Bakanlığı ile
birlikte kurulmakta olan Rüzgâr Tüneli’ne ait tesislerin bütün resimleri
İngiltere’den gelmiş, makine ve diğer donanımın da yüzde yetmiş beşi teslim
alınmış ve Bakanlıkça ihalesi yapılarak 1947 yılında inşaata başlanmış, 1949
yılında ise teslim alınan donanımın montaj çalışmalarına geçilmiş ve 1950
yılında tamamlanmıştır.[16]
Ankara Rüzgâr
Tünelinin ölçme sistemlerinin o devrin en modern ölçü alet ve cihazlarına sahip
olduğu bilinmektedir. Ayrıca model, kanat ve pervaneler üzerinde aerodinamik
araştırmalar ve deneyler yapmak amacıyla yaptırılan rüzgâr tüneli, döneminde
Avrupa’nın en büyük tüneli unvanını taşıyordu.
Ankara Rüzgâr
Tünelinin ne denli ileri bir atılım olduğunu kanıtlayan diğer bir belge de
TÜBİTAK’ın 1979 yılında, tünele ilişkin hazırlamış olduğu kurum raporudur.
Anılan raporda; tünelin genel olarak iyi bir subsonik tünel olduğu ve
kolaylıkla transonik kapasiteye yükseltileceği, 1979’lu yıllardaki olası
havacılık çalışmalarına yanıt verebileceği, hatta iyi bir onarım görür ve
yenilenirse, Avrupa Havacılık ve Uzay Sanayi’ne bile hizmet verebilecek nitelikte
bir tesis olduğu vurgulanmıştır.[17]
Ne yazık ki,
övünülecek nitelikteki bu birim de, tıpkı uçak ve motor fabrikası gibi
1950’lerdeki kırılma rüzgârına direnememiş, böylesi bir kurumun atıl hale
gelmesiyle sonuçlanacak ilginç serüvenine doğru sürüklenmiştir.
2.4.Uçak Sanayi Girişimlerinin Baltalanmasına Ve Fabrikaların Kapanmasına Yol Açan Nedenler
Gerek
kapanmaları İkinci Dünya Savaşı öncesine rastlayan Kayseri Uçak Fabrikası ve
Nuri Demirağ fabrikası, gerekse savaş sonrası dönemde kapanma sürecine giren
Etimesgut Uçak Fabrikası ve Gazi Uçak Fabrikası ve Rüzgâr Tüneli gibi
Türkiye’nin uçak sanayi girişimlerinin kapanma noktasına gelişlerinde yönetsel
ve teknik hataların olduğu yadsınamaz.
Ancak kapanma
aşamasındaki olaylar ve aralarındaki ilişkiler incelendiğinde yönetsel
anlamdaki hataların arkasında gizli bir gücün olduğu ortaya çıkmıştır.
Ulusal
varlıklarımızı yok etme amacını güden bu güç odakları ve bunların kurduğu sinsi
tuzaklar irdelenmeden, Türkiye’nin başarısızlıkla sonuçlanan bu ileri sanayi
atılımlarının arkasındaki giz perdesi aralanmayacaktır.
2.4.1.Çöküşü Hızlandıran Ve Çöküşü Hazırlayan Etkenler
Türk Devleti,
Kurtuluş Savaşından sonraki kuruluş sürecinin başlangıç yıllarından itibaren
izlediği iktisadi kalkınmasını kendi öz kaynaklarına dayandırmayı temel ilke
edinmiştir. Ancak İkinci Dünya Savaşının başlangıç yıllarından itibaren
izlediği bu politikadan ani olarak sapma eğilimi göstermeye başlamış ve savaş
sonrasına sarkan dönemde ise bütünüyle terk etmede bir sakınca görmemiştir.
Bu dönemde ve
izleyen yıllarda Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri, soğuk savaş tehdidi başta
olmak üzere, konjüktürel bir takım nedenlerle ABD ile bir dizi iktisadi, siyasi
ve askeri anlaşmalar yapmışlardır. Ne yazık ki, imza altına alınan ve masum bir
iktisadi tercihmiş gibi algılanan ve gösterilen dış yardım anlaşmalarında;
ABD’nin çıkarları hep ön planda tutulmuş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin
bağımsızlığını tehdit edici nitelikteki maddeler, kurnazlıkla
yerleştirilmiştir.
2.4.2.ABD İle Yapılan İkili Antlaşmalar
ABD ile Türkiye
Cumhuriyeti arasında imzalanan ilk yardım antlaşmasının tarihi 23 Nisan
1945’tir. Savaşın başlangıç yıllarında yapılan ve Türkiye’nin uçak sanayi de dâhil
birçok alandaki hamlelerinde duraksamaya yol açan yardım vaatleri, bünyesinde
barındırdığı belirsizliklere karşın, bu antlaşma ile bir parça daha somutlaşmış
ve Türkiye’nin rehavete kapılmasına yol açmıştır.
23 Şubat 1945
tarihli antlaşma ile Amerikan çıkarlarını gözeten ikili antlaşmaların kapısı
aralanmış ve bir yıl sonra ABD ile TC hükümetleri arasında, 27 Şubat 1946
tarihinde, ikili antlaşmalar kapsamında olmak üzere 10 milyon dolarlık bir
kredi antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmanın imzalandığı sırada aslında
Türkiye’nin yeterli miktarda dövizi olmasına karşın Sovyet Rusya tehdidi yüzünden
yardım adı altındaki bu borçlandırma antlaşmasını imzalamak durumunda
kalmıştır. Kredi antlaşmasının birinci bölümünde şu satırlar yer almaktadır.
‘Birleşik
Devletler Dış Tasfiye Komisyonu tarafından Türk arazisi dışında satılığa
çıkarılan teçhizat ve malzeme fazlası meyanından, ihtiyaçlarına tekabül
edenleri satın almak arzusunda ola Türkiye Cumhuriyeti’nin ve bu malzemenin on
milyon dolar tutarına kadar olan kısmını kolaylaştırmak arzusunda olan ABD
hükümeti, aşağıdaki hükümleri kabul etmekte mutabık kalmışlardır.
1. Birleşik
Devletler, Türk Hükümeti’ne iş bu satın almalar için on milyon dolarlık kredi
verecektir.
2. Türk
Hükümeti, kullanılan kredinin tamamını on eşit taksitle ve hesap edilen bir
faizle taahhüt etmiştir.’[18]
Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti’nin anılan antlaşmayla bir tuzağa düşürüldüğü gerçektir.
Dünya konjonktürünün o günkü tablosu nedeniyle, yani Sovyet Rusya tehdidi
altında bulunduğu savıyla tek kutuplu bir politika izleyen ya da izlemeye
zorlanan T.C Hükümetinin yardım adı altındaki tuzaklara düşerek ulusal sanayini
ihmal etmesi son derece yanlış olmuştur.
Türkiye’nin,
antlaşmanın ikinci bölümünde, içerisine düştüğü tuzağı Tunçkanat şöyle
aktarmaktadır: ‘Türk Hükümeti’nin satın almak için seçeceği malzeme mahallinde
olduğu gibi yani ne durumdaysa öyle satın alınacaktır. Bozuk, kırık, işlemez ve
tamire muhtaç olanları Amerika değiştirmeyecek, tamir etmeyecektir ve işler bir
durumda teslim etmeyecektir. Ayrıca Türkiye’nin satın alacağı bu malzemelerin
mülkiyet hakkı da Amerikalılara ait olacaktır…’[19]
Ne yazık ki
gerçek budur. O dönemde siz yapmayın, boşuna uğraşmayın, hem maliyeti yüksek
savını ileri sürerek, ikili antlaşmalar çerçevesinde vermeyi taahhüt ettikleri
savunma araçlarının durumu yukarda vurgulandığı gibidir. Bunun dışında 12
Temmuz 1947 tarihli Truman antlaşması imzalanmıştır.
Türkiye
Cumhuriyeti ile ABD arasında iktisadi, siyasi ve askeri alanda olmak üzere,
1946 yılında başlayan ikili antlaşmalar, 1960’lardaki kırılma noktasına kadar
giderek artan bir biçimde devam etmiştir. Özellikle askeri alandaki ikili
antlaşmalar, Türkiye’nin NATO’ya girişiyle birlikte ivme kazanmıştır.
Türkiye’nin ikili askeri antlaşmalarla 1945’ten beri Amerika’dan savunma
malzemesi aldığı bir gerçektir.
Tunçkanat’ın 5
Eylül 1947 tarihli Resmi Gazeteden aktardığı antlaşma metnine göre, Türkiye,
hürriyetini ve bağımsızlığını korumak amacıyla Birleşik Devletlerden yardım
isteminde bulunmuş, Birleşik Devletler Kongresi de 22 Mayıs 1947 günü onay
gören bir yasayla Birleşik Devletler Başkan’ına yardım yetkisi vermiştir.
Antlaşmanın ikinci maddesinde ise verilecek yardımın kullanım alanını
sınırlamaktaydı.[20]
Nitekim bu
antlaşmada altı çizilen silahların kullanımının sınırlanması, Haziran 1964
tarihindeki Kıbrıs krizinde Başkan Johnson tarafından Türkiye’nin karşısına
çıkarılmıştır.
2.4.3.İkili Antlaşmaların Çöküş Sürecindeki Ayak İzleri
Türkiye’nin
kurduğu uçak fabrikalarının durgunluk evresine geçtikleri, üretimden düştükleri
ve el değiştirdikleri tarihler ile periyodik olarak imzalanan ikili antlaşmaların
tarihleri arasındaki örtüşme dikkat çekicidir.
Uçak sanayi
alanında etkinlik gösteren fabrikaların kapanış serüvenine yine zamansal olarak
bakılacak olursa; Birinci Dünya Savaşının başlangıç yılı olan 1939’dan
itibaren, Hava Kuvvetleri’ne ait uçakların onarım çalışmalarında yoğunlaşan
Kayseri Uçak Fabrikası’nın savaştan sonra başlayan Amerikan yardımı nedeniyle
uçak üretimini durdurduğu, yeni projeleri devreye koymadığı ve bakım onarım
çalışmalarıyla yetindiği görülmektedir.
Bir özel sektör
yatırımı olan Nuri Demirağ’ın uçak sanayi etkinliklerinin, THK ile olan
anlaşmazlığın aleyhine sonuçlanması, kendisini teşvik eden Devlet
Kuruluşlarının imalata geçtikten sonra ilgi göstermemeleri ve sipariş
alınamaması gibi nedenlerle duraklamasına ve son olarak da Yeşilköy’deki
tesislerin havaalanı yapılmak üzere istimlak edilerek adeta kapanmaya
zorlanmasına dikkat edilmelidir.
Türk Hava
Kurumu, kuruluşlarından itibaren sürüklendikleri sona kadar geçirdikleri
gelişimin çizgisinde Etimesgut Uçak Fabrikası ve Gazi Motor Fabrikası’na destek
amacıyla Başbakanlığa başvuruda bulunduğu 1949 yılında; artık ABD ile Türkiye
Cumhuriyeti arasında sözde yardım amaçlı 27 Şubat 1946 tarihli ikili antlaşma
ile 12 Temmuz 1947 tarihli Truman antlaşması imzalanmıştır. Bu nedenle Başbakanlık
söz konusu başvuruya kulak asmamış ve Nicholas&Co. unvanlı Amerikan
firmasının raporu esas alarak her iki fabrikanın 18.06.1952’de MKE’ne satışını
gerçekleştirmiştir.
Oysa bu
talihsiz devir işleminden önce Danimarka’dan uçak siparişleri alınmış ancak
nedeni bilinmeyen bir şekilde uçaklar yapılamamıştır. Türkiye’nin NATO’ya giriş
tarihi olan 13 Şubat 1952’de bu olaylar olmaya başlamıştır. Dikkat edilirse bu
tarihten tam dört ay sonra Etimesgut Uçak Fabrikası ve Gazi Motor Fabrikası
MKE’ne devredilmiştir. Yabancı firmaların THK’dan uçak satın alma istemlerinin
yerine getirilemeyiş tarihi de yine Türkiye’nin NATO’ya giriş tarihinden
sonraki bir tarihe rastlamaktadır.
Yine aynı
dönemde Avrupa’dan 30 adet uçak siparişi daha alınmak üzere iken fabrikayı traktör
fabrikası haline getirmek isteyen bir İngiliz heyetinin Türkiye’ye gelerek bir
takım görüşmeler yaptığı ve dönemin İşletmeler Bakanı’nın bu proje dolayısıyla
fabrika yöneticilerine emir vererek uçak siparişini kabul ettirmediği
bilinmektedir. Türkiye’de traktör yapacak heyet bir daha ortalıkta görünmemiş,
sonradan bu uçak siparişinin aynı heyetin bir İngiliz firmasına sağladığı
öğrenilmiştir.[21]
Türkiye’nin
uçak sanayi alanında çok kısa bir sürede ilerlemesi ve yurt dışına uçak satma
aşamasına gelmesi, diğer batılı ülkeleri de rahatsız etmiş ve yukardaki örneğe
benzer engelleme girişimlerinde bulunmuştur.
Sonu adım adım
hazırlanan Etimesgut Uçak Fabrikası’na nihai darbe ise 1954 yılında
vurulmuştur. Türkiye 1954 yılında yaşanılan konjonktürel ve iklim koşullarının
iyi gitmemesi gibi nedenlerle dar boğaza girmiştir. Amerikalılar Türkiye’nin
tarımda yaşadığı bu dar boğazı fırsat bilerek, ‘siz bir tarım ülkesisiniz,
gelin uçak yapım sevdasından vazgeçin ve bu fabrikaları traktör montaj
fabrikasına dönüştürelim’ önerisinde bulunmuşlardır. Arkasında bir dizi
kurnazlık barındıran bu öneriye uyulmuş ve Etimesgut Uçak Fabrikası ve Gazi
Motor Fabrikası ne yazık ki 1954 yılında pulluk ve traktör montaj hanesi olmak
üzere ‘Minneapolis-Moline’ ünvanlı bir Amerikan firması ile Ziraat Bankası
ortaklığına devredilmiştir.[22] Böylece bir taşla iki kuş vurulmuş, ilerleyen
yıllarda yeni bir sömürü alanı olacak montaj sanayinin de kapısı aralanmış
oluyordu. Bu girişimin temelinde adı geçen firmanın, Meksika için imal ettiği ancak
kuraklık nedeniyle satamadığı traktörleri Türkiye’de pazarlama hedefinin
yattığı bilinmektedir.[23]
2.4.4.Fabrikaların Kapanış Sürecindeki Yönetsel Hatalar
Genç
Cumhuriyet’in neredeyse ilk çeyrek yüzyılını kapsayan zaman dilimindeki uçak
sanayi atılımlarından beklenen sonucun alınamamasında, sözü edilen dış
etkenlerin yanında bilinçli ya da bilinçsizce yapılan kimi yönetsel hataların
da pay vardır.
Bu hataları
aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
1. Devletin
büyük bir istekle kurduğu uçak fabrikalarına, zaman içinde yeterli talep
yaratılamamış, havacılık sanayinin yüzde doksan beş payla bizzat devletin
kendisi olduğu gerçeği göz ardı edilmiş veya ettirilmiştir.
2. Uçak
sanayi alanında çok önemli bir yeri olan, AR-GE çalışmaları yetersiz kalmıştır.
Hızla gelişen teknoloji izlenememiştir.
3. Uçak
sanayisinde olmazsa olmaz niteliğindeki teknoloji üreten yan kuruluşlar
oluşturulamamıştır.
4. İşkolunda
etkinlik gösteren kurumlar arasında eşgüdümlü bir çalışma düzeni kurulamamış,
dönemin uçak sanayi uğraşının lokomotifi olan THK’nın başına zaman zaman sanayi
konusunda bilgisi olmayan ve kolaylıkla etki altında kalabilen yöneticiler
getirilmiştir.
5. Yanlış
personel politikası izlenmiş, yerleşim ve dağılım hataları yapılmış, teknik
personel ile yönetici kadro arasında sürtüşmeler yaşanmıştır.
6. Dönemin
kimi basın organları bilerek veya bilmeyerek üretimi engelleyici ve heyecanı
yok edici yayınlar yapmışlardır.
Detaylandırmak
suretiyle daha da çoğaltılması olanaklı olan yukardaki nedenler toplamı,
üzüntüyle belirtmek gerekir ki Cumhuriyet’in uçak sanayi alanındaki
girişimlerini yaralamış ve giderek işlevsiz kalmıştır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Türk Havacılığının
Günümüzdeki Durumu
3.1.Türk Havacılığının Bugünü
1960’lı ve
1970’li yılların ortalarındaki Kıbrıs bunalımları nedeniyle Türkiye’nin
yaşadığı sıkıntılardan, uygulayıcı konumunda olan Türk Silahlı Kuvvetleri
gerekli dersi çıkarmış ve büyük bir sorumlulukla; 1925, 1935 ve 1939
yıllarındaki uçak sanayi atılımlarından 34 yıl sonra ‘Türk Ulusal Uçak Sanayi
A.Ş’(TUSAŞ)’in kuruluş yasasının çıktığı 28.06.1973 tarihinden itibaren bu
alandaki dördüncü atlımı başlatmıştır. TSK Kıbrıs deneyimlerinden sonra
donatımın yeterince ulusal ve yerli olmayışından huzursuz ve tedirgin olmuştur.
Bu amaçla Türkiye’nin ulusal savunma sanayisini güçlendirme ve yerli üretimim
artırma çabaları, daha sonra statü değişikliğine uğrayan TUSAŞ bünyesinde, 15
Mayıs 1984 tarihinde faaliyete geçen Tusaş havacılık ve uzay sanayi A.Ş. (TAI) ve
245 Ocak 1985 tarihinde faaliyete geçen Tusaş Motor Sanayi A.Ş. (TEI) gibi
yabancı ortaklı şirketlerde devam etmektedir.
Günümüzde TUSAŞ
(TAI, TEI) ile Türk havacılık sanayi yeni atılımlar yapmıştır ancak yeterli
değildir. Hala Türkiye’nin uzayda bir askeri uydusu yoktur ve hala Türkiye,
havacılıkta ve denizcilikte dışa bağımlı bir ülke konumundadır. Üç tarafı
denizlerle çevrili bir ülkenin denizcilik sanayini geliştirememesi, deniz
taşımacılığını ve deniz bilimlerini ileri düzeye taşıyamaması, kurumsallaşma
sürecinin alan uzmanı yetenekli kişiler ve yöneticiler tarafından
oluşturulmamasından kaynaklanmaktadır
3.2. Bugünkü Türk Havacılık Kurumları
3.2.1 Türk Havacılık Ve Uzay Sanayi (TUSAŞ)
TUSAŞ Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TAI), 15
Mayıs 1984 tarihinde Türk Ticaret Kanunu ve Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu
uyarınca kurulmuştur.
12 Ocak 2005
tarihinde TUSAŞ tesislerinde imzalanan "Hisse Satış Anlaşması" ile
TAI'deki Lockheed Martin of Turkey (%42) ve General Electric International (%7)
şirketlerine ait hisseler Türk Uçak Sanayii A.Ş.(TUSAŞ) tarafından satın
alınmıştır.
Türk Uçak
Sanayii A.Ş. (TUSAŞ) ve TUSAŞ Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TAI) şirketleri
28 Nisan 2005 tarihinde TAI (Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş.) çatısı
altında birleşmiş olup, TUSAŞ (TAI), tasarım üretim altyapısı ile insan
kaynakları yönünden oldukça etkili bir güç oluşturacak ve “Havacılık Merkezi”
olarak hizmet verecektir. TUSAŞ’ın hissedarları Türk Silahlı Kuvvetlerini
Güçlendirme Vakfı, Savunma Sanayii Müsteşarlığı ve Türk Hava Kurumu 'dur.
TUSAŞ tesisleri
186.000 metrekaresi kapalı olmak üzere toplam 5.000.000 metrekarelik bir alan
üzerine kurulmuştur. Şirketin Akıncı Hava Üssü’nde bulunan yüksek teknoloji
ürünü makine ve teçhizatla donatılmış modern uçak üretim tesisi, parça
imalatından uçak montajı, uçuş testleri ve teslimine kadar geniş üretim
kabiliyetlerine sahiptir. TUSAŞ kalite sistemi dünyaca kabul görmüş NATO
AQAP-110, ISO-9001:2000, AS EN 9100 ile AECMA-EASE standartlarını
karşılamaktadır.
TUSAŞ’ın mevcut
deneyimi F-16 Savaşan Şahinler, CN-235 hafif nakliye/deniz karakol/gözetleme
uçakları, SF-260D eğitim uçakları, Cougar AS-532 arama kurtarma (SAR), silahlı
arama kurtarma (CSAR) ve genel maksat helikopterlerinin ortak üretiminin yanı
sıra, kendi tasarımı olan insansız hava aracı, hedef uçağı ve zirai ilaçlama
uçağı gibi ürün geliştirme programlarını kapsamaktadır.
TUSAŞ’ın ana
faaliyet alanları arasında Türkiye ve bölgedeki diğer ülkelerin envanterinde
bulunan sabit ve döner kanatlı askeri ve ticari hava platformlarının
modernizasyon, modifikasyon ve sistem entegrasyonu programları ile satış
sonrası hizmetleri de bulunmaktadır. Hv.K.K. F-16’larının elektronik harp ve
yapısal tadilatları, S-2 Tracker Deniz Karakol Uçaklarının Yangın Söndürme Uçağına
dönüştürülmesi, CN-235 uçağı ve Black Hawk Helikopterinin Özel Kuvvetler için
modifikasyonları, Cougar AS-532 helikopterinin modernizasyonu, S-70
helikopterinin dijital kokpit modifikasyonu, CN-235 platformlarının Dz.K.K. ve
S.G.K.’nın Deniz Karakol/Gözetleme görevleri için yapısal ve aviyonik
modifikasyonu ile B737-700 uçağının Havadan Erken İhbar ve Kontrol Uçağına
(HİK) dönüştürülmesindeki tüm yapısal tadilatları ile sistem entegrasyon
faaliyetleri bulunmaktadır.
TUSAŞ, 1984
yılında serüvenine çok az kişiyle başladı, askeri projelerden kazandığı
deneyimleri ticari projelere aktararak, bugün 3000'in üstünde kalifiye çalışanı
ve 50’ye yakın farklı projesi ile bir dünya Şirketi olma hedefine ulaştı.
TUSAŞ ayrıca,
Milli Sanayi Kuruluşu olarak Airbus Military’ye ortak olup, Fransa, Almanya,
İtalya, İngiltere, İspanya, Belçika ve Güney Afrika havacılık firmalarıyla
birlikte A400M uçağının tasarım ve geliştirme faaliyetlerine katılmaktadır.
Dünyadaki son
teknolojik gelişmeleri yakından izleyerek havacılık alanında öncü kuruluşlar
arasında yer almaya kararlı olan TUSAŞ, Türkiye'de 21. yüzyılda yeni ufuklar
açmayı hedeflemektedir.
Türk Havacılık
ve Uzay Sanayii A.Ş. (TAI) şirketi, 3 Kasım 2005 senesinde RUAG Aerospace (RA)
ile imzalanan bir antlaşma gereğince, Airbus A380 uçağı için tam sipariş adedi
kadar, D-Nose Panel Gerdirme Kabuklarını Türkiye´de kendi tesislerinde
üretecektir.
TUSAŞ
tarafından son yıllarda artık Türkiye için dış kaynaklardan bağımsız özgün
tasarım hava araçları da yapılmaya başlanmıştır. Bunlardan ilki TUSAŞ ZİU adlı
zirai ilaçlama uçağı tamamen TUSAŞ tarafından tasarlanmış ve uçmuştur. Bunu
takiben yürürlükte pek çok özgün tasarım projesi mevcuttur. 2008 yılı itibari
ile Gözcü (antiterör amaçlı insansız gözlem uçağı), Keklik ve Turna-g(her ikisi
de avcı pilotları için hedef uçak) insansız uçakları TUSAŞ tasarımı ve üretimi
uçaklar olarak Türk Hava Kuvvetleri envanterinde yer almaktadır. Gözcü'nün yeni
bir modeli halen tasarlanmaktadır. İnsansız hava araçları dışında HÜRKUŞ adlı
bir eğitim uçağı (jet uçağı ile aynı kontrollere sahip ama jet motoru içermeyen
düşük işletme maliyetli bir eğitim uçağı) tasarımı ve geliştirilmesi
tamamlanmış seri üretimine başlanmıştır. Taktik amaçlı insansız hava aracı
ANKA'nın geliştirilmesi devam etmektedir. T-38 ve C-130 Hercules uçaklarının
yenilenmesi gerçekleştirilmektedir. Göktürk-2 keşif ve gözlem uydusunun TÜBİTAK
UZAY ile birlikte entegrasyonunun gerçekleştirildiği Uzay Sistemleri Montaj
Entegrasyon ve Test Merkezi, TUSAŞ'a bağlı olarak işletilmektedir.
Türk
Havacılığının en gelişmiş parçalarından biri olan TUSAŞ, aynı zamanda sektörün
lokomotifi konumundadır. Türkiye'nin aviyonik entegrasyon merkezi konumundaki
TUSAŞ, bu alandaki rekabet gücünü her geçen gün arttırmaktadır.
TUSAŞ’ın
görüşü; her tür hava ve uzay aracının tasarım, üretim ve desteğini sağlayacak
kabiliyete ulaşarak dünya markası olmaktır.
TUSAŞ’ın
görevi; Türkiye’nin ve yurtdışı müşterilerin askeri ve sivil havacılık ve uzay
sistem ihtiyaçlarını karşılayacak tasarım dahil teknoloji ve kabiliyetleri
geliştirmek; sürekli iyileştirmelerle küresel rekabet ortamında pazar payını
artırmak; ülkesi, müşterileri, ortakları, tedarikçileri ve çalışanları için
değer yaratmaktır.
TAI tarafından
tasarlanan ve ilk uçuşunu 29 Ağustos günü gerçekleştiren yerli eğitim uçağı Hürkuş-A‘nın
ardından, şimdi de Hürkuş- B için imzalar atılıyor.
HÜRKUŞ-A Uçağı
prototip üretimine yönelik Hürkuş Geliştirme Program Sözleşmesi, Ocak 2005
ayında gerçekleştirilen Savunma Sanayi İcra Kurulunda alınan karar gereğince,
15 Mart 2006 tarihinde SSM ile TUSAŞ arasında imzalandı.
Program
çerçevesinde, özgün bir eğitim uçağı prototipinin tasarım, geliştirme,
üretiminin, test ve doğrulama faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi, uluslararası
sertifikasyonunun alınması ve sisteme ait teknik veri paketinin oluşturulması
hedeflendiği belirtildi. Savunma Sanayii Müsteşarlığı tarafından yapılan
açıklamada, "İlk uçuşunu 29 Ağustos 2013 tarihinde gerçekleştirmiş olan
HÜRKUŞ-A uçağı, şu ana kadar 15 sortide uçmuş olup, analog bir kokpite sahip.
HÜRKUŞ-A uçağının Ağustos 2015 ayında EASA’dan tip sertifikası alması
hedefleniyor.
Edinilen
tecrübe ve kabiliyetler çerçevesinde, 26 Eylül 2013 tarihli Savunma Sanayi İcra
Komitesi Kararı ile Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın (Hv.K.K.lığı) 15 adet Yeni
Nesil Temel Eğitim Uçağı ihtiyacının karşılanması amacıyla TUSAŞ ile HÜRKUŞ-B
uçaklarının seri üretimini öngören teklifi üzerinden Sözleşme görüşmelerine
başlanması kararı verildi. Bu görüşmelerin neticesinde Seri Üretim Sözleşmesi
bugün imza aşamasına geldi".
HÜRKUŞ-B
kapsamında, TUSAŞ tarafından 15 adet uçak üretilecek, HÜRKUŞ-A’dan farklı
olarak uçakların tamamında ASELSAN tarafından sağlanacak modern aviyonik
ekipmanlarla birlikte dijital kokpit yer alacak. İlk uçak teslimatının
sözleşmenin yürürlüğe girmesine müteakip 48. ayda gerçekleştirilmesi
planlanıyor.
Bu sözleşme ile
birlikte, TUSAŞ’ın projedeki yerli yüklenici sayısı 33’e yükselmiş olacak.
Ayrıca, imzalanacak bu sözleşme kapsamında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin silahlı
yakın hava destek ve keşif gözetleme ihtiyacına yönelik geliştirilmesi
planlanan HÜRKUŞ-C uçağının kavramsal tasarım faaliyetleri de
gerçekleştirilecek.
İşleri ve Tasarıları
• Türk Hava Kuvvetleri F-16'ları için
elektronik harp sistemi güçlendirme ve yapısal tadilat işleri
• Pakistan Hava Kuvvetleri'ne ait 42 adet
F-16 Blok-15'in Blok-50 seviyesine yükseltilmesi işi
• Ürdün Kraliyet Hava Kuvvetleri F-16'ları
için sistem yenileştirme işi
• S-2E Tracker modeli deniz karakol
uçaklarının yangın söndürme uçağına dönüştürülmesi işi
• Özel Kuvvetler Komutanlığı'na ait CN-235
ve UH-60 Black Hawk değişiklikleri
• Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve Sahil
Güvenlik Komutanlığı için CN-235 uçaklarının Deniz Gözlem ve Karakol Uçağına
dönüştürülmesi
• Eurocopter AS-532 yenileme ve sistem
yükseltimi
• S-70 helikopterleri kokpit camı
güçlendirmesi işi
• Barış Kartalı Projesi için B737-700
uçaklarının Havadan erken uyarı ve denetim uçağına dönüştürülmesi
• Türk Hava Kuvvetleri C-130 uçakları için
aviyonik sistemlerinin yükseltilmesi
• Müşterek Taarruz Uçağı projesi için F-35
uçağının orta gövde üretimi
• Avrupa'da yapılan Airbus A400M askeri
nakliye ve tanker uçaklarının tasarım, geliştirme ve üretimine ortaklık
• Türk Hava Kuvvetleri T-38 uçakları için
aviyonik sistemlerinin yükseltilmesi
• Türk Hava Kuvvetleri'nin Taktik-Taarruz-Saldırı
Helikopteri T-129'un tasarım, geliştirilmesi ve üretiminde Agusta Westland ile
ortaklık
• EASA CS-23 sertifikasına sahip HÜRKUŞ adlı
Türk başlangıç ve temel eğitim uçağının tasarım, geliştirilme ve üretimi
• Anka İnsansız Hava Aracı tasarımı,
geliştirilmesi ve üretimi
• Airbus A350 yolcu uçaklarının kanatçık (aileron)
tasarım ve imalatı.
• Savunma Sanayii İcra Komitesi’nin 15
Aralık 2010 tarihindeki toplantısında alınan kararla Jet Eğitim Uçağı ve
Muharip Uçak Kavramsal Tasarım Projesine başlamıştır.
3.2.2.Havelsan
Havelsan A.Ş.
(Hava Elektronik Sanayii), 1982 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Yazılım
Mühendisliği alanındaki ihtiyaçlarının giderilmesi amacı ile kurulmuş olan bir
şirkettir. 1985 yılından itibaren şirket yabancı ortaklarından ayrılarak %98'i
Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı'na ait olan bir kuruluş haline
gelmiştir. Şirket merkezi Ankara'da olmakla birlikte birçok farklı ilde ve
yurtdışında ofisleri bulunmaktadır.
Havelsan,
Savunma ve BT sektörlerinde küresel çözümler sunan bir bilişim ve sistem
şirketidir. Havelsan, C4ISR, Anayurt Güvenliği, Simülasyon ve Eğitim
Simülatörleri ve Bilgi Yönetim Sistemleri alanlarında kendini geliştirmiştir.
Bu dallardan CN-235 CASA uçakları için pilot uçuş eğitim simülatörü üretmiş ve
Türkiye tarihinde bir ilke imza atarak yurtdışına simülatör ihraç etmiştir.
Havelsan,
genelde askeri yazılım projelerinde yer almakla birlikte son yıllarda birçok
e-devlet projesi ile ilgili sorumluluklar almış ve bu sorumluluklarını
başarıyla yerine getirmiş ya da getirmeye devam etmektedir.
HAVELSAN,
yazılım yoğun sistem alanlarında faaliyet göstermekte olup uzmanlığını, Komuta
Kontrol Muhabere, Bilgisayar, İstihbarat Gözetleme ve Keşif Sistemleri (C4ISR)
kapsamında, Hava Savunma Sistemleri, Deniz Savaş Sistemleri, Simülasyon ve
Eğitim Sistemleri, Yönetim Bilgi Sistemleri, Enerji Yönetimi ve Anayurt Güvenliği
alanlarına odaklamıştır.
Askeri
sistemler yanında 2001 yılında Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) ve Tapu Kadastro
Bilgi Sistemi (TAKBİS) projeleri ile ilk sivil projelere de imzasını atmıştır.
2002 yılında
Güney Kore ile CN-235 Seviye D Uçuş Simülatörü sözleşmesi imzalayarak ilk
yurtdışı ihracatını gerçekleştirmiştir.
2004 yılında
Gemi Entegre Savaş Yönetim Sistemi (GENESİS) tedariki ve entegrasyonu ile bir
savaş yönetim sisteminin platforma entegrasyon işini üstlenmiştir.
HAVELSAN, 2006
yılından başlayarak; C4ISR, simülasyon, bilgi sistemleri alanlarında kazandığı
mühendislik birikimini anayurt ve enerji yönetimi alanlarında değerlendirmek
üzere bu alanlarda da faaliyet göstermeye başlamıştır. Gelecek dönemlerde,
enerji ve anayurt güvenliği pazar payını arttırmayı hedeflemektedir. Bütün bu
gelişmelere ilave olarak, yurtdışı pazarında da büyümeye odaklanılmıştır.
İşleri ve tasarıları
1. Deniz
karakol uçağı (Meltem)
2. Açık
semalar gözlem uçağı
3. Elektronik
harp ve test eğitim sahası (EHTES)
SONUÇ
VE DEĞERLENDİRME
İnsanların uçma arzusu neredeyse dünya
ve Türkler ’de aynı tarihlerde başlamıştır. Dünyada Leonardo Da Vinci Türklerde
ise İmam Gevheri havacılığın öncüsü olmuşlardır. Türklerde birçok uçuş denemesi
yapılmış ve hemen hemen hepsi başarısız olmuştur.
1900’lu yıllarda ise havacılık Avrupa
ordularında kendini göstermiş fakat bizde henüz başlamamıştır. İtalyanların
Trablusgarp’a saldırması ve bu savaşta İtalyanların uçaklarının etkin bir rol
oynaması bizim açımızdan uçak kullanımının önemini artırmıştır. Bu amaçla uçuş
eğitimleri için çalışmalar başlatılmış ve Tayyare İstasyonu ve Mektebi
kurulmuştur. I. Dünya Savaşının kaybedilmesiyle Mondros Antlaşması gereği tüm
hava birlikleri terhis edilmiş ve uçaklara el konulmuştur.
Kurtuluş Savaşı yıllarında ise birkaç
vatansever havacı uçaklarını da alarak Anadolu’ya kaçmıştır. Kaçırılan bu uçak
ve ekipmanlar Konya’da toplanmış bakım onarım yapıldıktan sonra çeşitli
bölgelere gönderilmiştir.
Kurtuluş Savaşının kazanılmasından
sonra havacılıkla ilgili çalışmalar hızlandırılmış Vecihi Hürkuş ve Nuri
Demirağ gibi isimler havacılıkla ilgili fabrikalar ve uçaklar üretmeye
başlamıştır. Bunların yanında devlet de boş durmamış Türk Tayyare Cemiyeti ve
Türkkuşu gibi kurumlar kurarak havacılıkla ilgili çalışmalara başlamıştır.
Havacılıkla ilgili ne kadar yatırım yapılsa da Gazi Mustafa Kemal bunların
yeterli olmadığını öngörmüş ve kendimize ait uçak fabrikalarının emrini
vermiştir. Bu emirden sonra kurulan TOMTAŞ ve Eskişehir Uçak Fabrikaları
kurumsal anlamda havacılığımızı başlatmıştır. Bu fabrikalar çeşitli nedenlerle
tasfiye olunmuştur.
II. Dünya Savaşı sürecinde hava
güvenliğimizin yetersiz olduğu anlaşılmış ve uçak üretimi gereksinimi ortaya
çıkmıştır. Bu dönemde Etimesgut Uçak Fabrikası bu fabrikaya motor üretmek için
kurulan Gazi Motor Fabrikası ve uçakların projelendirilmesi için kurulan
çağının en modern tesisi olan Rüzgâr Tüneli kurulmuştur. Fakat bunlarda çeşitli
oyunlar ve tuzaklarla, kurumun başındaki insanların yönetsel hataları sebebiyle
kapatılmıştır.
Modern anlamda Türk havacılığı ise
Kıbrıs savaşı sonrasında Türkiye’ye yapılan ambargonun sonucunda yine uçak
sanayinin kurulması gereksinimini ortaya çıkarmıştır. Bu amaçla kurulan TUSAŞ
bugün Türk havacılığına yön vermekte Avrupalı ülkelerden geri kalmış olsak ta
yine de ülkemizi havacılık ve uzay konusunda en iyi şekilde temsil etmektedir.
TUSAŞ’ın dışında ülkemizde üretilen uçakların yazılımlarını ve radar
sistemlerini üreten HAVELSAN ülkemizin havacılık konusunda gelişimi için canla
başla çalışmaktadır.
KAYNAKÇA
1. Kitaplar
Hidayet,
Buğdaycı; Peremeci, Erkin; Tolun, Süleyman, Ankara Hava Tüneli’nden Yararlanma
Olanaklarının Saptanması, TÜBİTAK Yayınları, İstanbul, 1979.
Hürkuş Vecihi, Havacılığınız, doğuş matbaacılık ve
Tic. Ltd. Şti. Matbaası, Ankara, 1996.
Kansu, Yavuz;
Öztuna, Yılmaz; Şensoy, Sermet, Havacılık
Tarihinde Türkler, I, Hava Kuvvetleri Vakfı Yayını, Ankara,1971.
Kaymaklı,
Hulusi, Havacılık Tarihinde Türkler,
II, Ankara,1997.
Sarp İrfan, Türk Hava Kuvvetlerinin Doğuş Yılları,
Hv. Baş. ve Neş. Md. ’lüğü yayınları, Ankara,1986.
Tayhani İhsan, Atatürk’ün Bağımsızlık Politikası ve Uçak
Sanayi, THK Kültür Yayını, No:1, Ankara, Eylül 2001.
Tunçkanat
Haydar, İkili Antlaşmaların İç Yüzü,
Kaynak Yayınları:329, İstanbul, 2001.
Verel Oktay, İstikbal Göklerin Gökler Bizimdir, I,
THK Yayınları:3, İstanbul,1985.
2.
Makaleler
Bıyıklıoğlu H.
Nadir, ‘Türklerde Havacılık’, Türk
Yurdu Dergisi, Ankara, Temmuz 1990.
Daver Abidin,
’Hava Kurumu 22 Yaşına Girerken’, Havacılık ve Spor, Sayı:364, Şubat 1946.
‘Uçar Millet
Olmak İçin İlk Esaslı Adım’, Havacılık ve Spor, Sayı:340, Şubat 1944
Er Şükrü,
‘Etimesgut Uçak Fabrikası ve Endüstrimiz’, Mühendis ve Makine Dergisi,
Sayı:178, Ocak 1972
Ergökmen, Şakir
Hazım, ‘Atatürk’ü Andıkça Hızı Artan Bir Gençlik’, Havacılık ve Spor, Sayı:222,
30 Ağustos 1938
Erim M. Emin,
’Havacılık Tetkikleri’, Havacılık ve Spor, Sayı:284, 1 Nisan 1941.
Kansu Yavuz,
’Havacılık Politikası’, Havacılık ve Spor, Sayı:406, Ağustos 1949
Turgut Hüseyin,
‘En Büyük İhtiyacımız Gerçek Bir Hava Potansiyeline Kavuşmaktır’, İstikbal
Göklerin Gökler Bizimdir, II, THK Yayınları:4, İstanbul, 1985.
3.
SÜRELİ
YAYINLAR
Havacılık ve
Spor, Sayı:119 (1934). Sayı:227-228 (1938). Sayı:234 (1939). Sayı:369 (1946).
4.
TEZLER
Bıyıkoğlu H.
Nadir, Türk Havacılık Sanayi, Savunma Sanayi Müsteşarlığı Yayınları,
Ankara,1991, (Uzmanlık Tezi)
5.
İNTERNET
KAYNAKLARI
http:/www.havelsan.com.tr/
http:/ www.tai.com.tr/
[1] H. Nadir Bıyıkoğlu, ‘’Türklerde Havacılık’’, Türk Yurdu
Dergisi, Ankara, Temmuz 1990, s.33.
[2] Oktay Verel, İstikbal Göklerin Gökler Bizimdir, II,
THK Yayınları.:4,İstanbul,1985, s.17.
[3] Verel, A.g.e, s.42.
[4] İrfan Sarp, Türk Hava Kuvvetlerinin Doğuş Yılları,
Hv. Baş. Ve Neş. Müd. Yayınları, Ankara,1986,s.107.
[5] Sarp, A.g.e., s.46.
[6] Hulusi Kaymaklı, Havacılık Tarihinde Türkler, II,
Ankara, 1997, s.165.
[7] Şakir Hazım Ergökmen, ‘Atatürk’ü Andıkça Hızı Artan Bir Gençlik’,
havacılık ve spor,sayı:222 (30 Ağustos 1938),s.1810.
[8] Vecihi Hürkuş, Havacılığınız, Doğuş Matbaacılık,
Ankara,1996.
[9] Yavuz Kansu, ’Havacılık Politikası’, Havacılık ve
Spor, Sayı:406,(Ağustos 1949),s.6.
[10] Abidin Daver, ‘Uçar Millet Olmak İçin İlk Esaslı Adım’,
Havacılık ve Spor, Sayı:340, (Şubat 1944),s.5.
[11] Abidin Daver, a.g.e, s.3.
[12] Oktay Verel, a.g.e,
s.422.
[13] Oktay Verel, a.g.e,
s.416.
[14] Abidin Daver, ’Motor Fabrikası’, Havacılık ve Spor,
Sayı:352 (Şubat 1944),s.5.
[15] Oktay Verel, a.g.e, s.
417.
[16] M. Emin Erim, ‘Havacılık Tetkikleri’, Havacılık ve
Spor, sayı:284 (1 Nisan 1941), s.16.
[17] Erkin Peremeci; Süleyman
Tolun; Hidayet Buğdaycı, Ankara Hava
Tünelinden Yararlanma Olasılıklarının Saptanması,
TÜBİTAK yayınları, İstanbul,1979,s.34-35
[18] Haydar Tunçkanat, İkili Antlaşmaların İçyüzü, Kaynak
yayınları.:329, İstanbul,2001,s.17.
[19] Tunçkanat, a.g.e, s.23.
[20] Tunçkanat, a.g.e,
s.135-136
[21] H. Nadir Bıyıklıoğlu,
a.g.e, s.21.
[22] Hüseyin Turgut, ‘En Büyük İhtiyacımız Gerçek Bir Hava
Potansiyeline Kavuşmaktır’, İstikbal Göklerin Gökler Bizimdir, II, THK
yayınları:4, İstanbul,1985
[23] A. Nuri Yüksel, ’Havacılık Sanayi Üstüne Düşünceler’,
Ocak Dergisi, (Mayıs 1973), s.59.
Eğer şirketler, işletmeler ve kuruluşlar için proje finansmanı ihtiyacı var mı?
YanıtlaSilEğer bir iş başlatmak için bir kredi gerekiyor mu?
Eğer faturalarınızı ödemek için bir kredi gerekiyor mu?
Tıbbi kredi ihtiyacınız var mı?
Eğer kişisel kredi ihtiyacınız var mı?
Eğer kredi ile herhangi bir mali yardım ihtiyacınız var mı?
Eğer en güvenilir ve güvenilir bir şirket bir kredi gerekiyor
Dünyada? Hepimizin kredi sunmak için evet o zaman şimdi bize eğer
arayanların kategorileri bu şirketlerin veya kendi kendine kullanım için olacak. sunduğumuz
% 2 faiz oranıyla kredi, e-posta yoluyla bize ulaşın:
stone.b.f.ltd@gmail.com
(1) Tam adı
(2) Tüm Adres
(3) Ülke
(4) Yaş
(5) Meslek
(6) telefon numarasını söyleyin
(7) Cinsiyet:
(8) Kredi Tutarı gerekli:
(9) Kredi Süresi
Stone.b.f.ltd@gmail.com: Bize e-posta